06-15-2018, 12:32 PM
Hipodrom
Günümüze çok az kalıntıları kalan Bizans devri önemli yapıları ve
abideleri Hipodrom ( Sultanahmet Meydanı ) çevresinde inşa edilmişti.
Roma İmparatorluğu ve sonradan Bizans İmparatorluğu devrinde hipodrom
şehrin toplantı, eğlence, heyecan ve spor merkezi olarak 10 yüzyıla
kadar önemini sürdürmüştü.
Araba yarışları yanında, müzisyen toplulukları, dansözler, akrobatlar,
vahşi hayvanlarla kavga gösterileri, toplantılar yapılırdı. Bütün bu
faaliyetler için ise Roma devrinde bol tatil günleri mevcuttu. Dev
ölçüde bir U harfi şeklinde olan hipodromun doğu uzun tarafında, damında
4 bronz at bulunan, balkon şeklinde, imparator locası yer alırdı.
Ortada, hipodromun kum kaplı sahasını ikiye bölen, arabaların etrafında
yarıştığı alçak bir duvar, bu duvarın üstünde de İmparatorluğun çeşitli
yerlerinden getirilen abideler ve meşhur at yarışçıları ile atlarının
heykelleri bulunurdu. Şöhretli bir araba yarışçısı akla gelebilecek her
türlü maddi olanak içinde yüzerdi. Yarışçılar yeşil-mavi-sarı-kırmızı
gibi politik güçleri de olan takımlara ayrılmışlardı. Zaman, zaman
yarışlara politika karışır, karşılıklı güçlerin mücadeleleri korkunç
katliamlara dönüşebilirdi. Hipodrom günümüze zemini 4-5 metre yükselmiş
ve kalabilmiş 3 abide ile gelmiştir.
Bunlar Örme Dikilitaş, Mısır’dan getirilen Obelisk ve Delfi'deki Apollon
tapınağından getirtilen Yılanlı Sütun'dur. Osmanlı devrinde, bu
meydanda bazen, eski günlerindeki zengin gösteriler gibi, çeşitli
festival ve gösteriler tertiplenmişti. Hipodrom’un batısında, Sultan
Ahmet Camii’nin karşısında yer alan Kanuni'nin sadrazamı İbrahim Paşa
Sarayı 16. yy. zengin ve tipik özel sarayların günümüze gelen tek
örneğidir. Bu güzel yapı Türk ve İslam Eserleri Müzesi olarak ziyarete
açıktır. Hipodromdan günümüze yuvarlak güney ucu kalmıştır. Bu büyük
kemerlerle donatılmış tuğla bir yapıdır. Sonraki devirlerde Hipodromun
taş blokları ve sütunlarının tamamı başka yapılarda kullanılmıştır.
Hipodrom girişi sağındaki parkta 4-5 yy. ait özel saray kalıntıları, az
ilerisinde de Aya Öfemiya Bizans Kilisesinin kalıntıları bulunmaktadır.
Osmanlı zamanında da Yeniçeri isyanları bu bölgede gerçekleşir, kırk gün
kırk gece süren şehzade sünnet düğünleri, şenlikler burada yapılırdı.
İstanbul'da Halide Edip'in işgale karşı konuşma yaptığı 1920 Sultanahmet
mitingi de burada yapılmıştır.
Kapalı Çarşı
Kapalıçarşı İstanbul kentinin merkezinde yer alan dünyanın en büyük ve
en eski kapalı çarşılarından biridir. Gün içerisindeki en yoğun
zamanlarında içinde yarım milyona yakın insan barındırdığı söylenir.
Kapalıçarşı'nın temeli 1461 yılında atılmıştır. Dev ölçülü bir labirent
gibi, 30.700 metrekarede 66 kadar sokağı, 4.000 kadar dükkânı ile
Kapalıçarşı, İstanbul’un görülmesi gereken, benzersiz bir merkezidir.
Adeta bir şehri andıran, bütünü ile örtülü bu site zaman içerisinde
gelişip büyümüştür. İçinde son zamanlara kadar 5 cami, 1 okul, 7 çeşme,
10 kuyu, 1 akarsu, 1 sebil, 1 şadırvan, 22 kapı, 17 han vardı. Fatih
Sultan Mehmet tarafından yaptırılmıştır. 15. yüzyıl'dan kalan kalın
duvarlı, bir seri kubbe ile örtülü eski iki yapının etrafı sonraki
yüzyıllarda, gelişen sokakların üzerleri örtülerek, ekler yapılarak bir
alışveriş merkezi haline gelmiştir. Geçmişte burası her sokağında
belirli mesleklerin yer aldığı ve bunların da, el işi imalatının (
manifaktür) sıkı denetim altında bulundurulduğu, ticari ahlak ve
törelere çok saygı gösterilen bir çarşı idi. Her türlü değerli kumaş,
mücevherat, silah, antika eşya, konusunda nesillerce uzmanlaşmış aileler
tarafından, tam bir güven içinde satışa sunulurdu. Geçen yüzyılın
sonlarında deprem ve birkaç büyük yangın geçiren Kapalıçarşı eskisi gibi
onarılmışsa da, geçmişteki özellikleri değişikliğe uğramıştır.
Bütün dükkânların genişliği aynı olacak şekilde inşa edilmiştir. Her
sokakta ayrı ürünün ustaları loncalar halinde bulunurdu ( yorgancılar,
terlikçiler vs.) Satıcılar arasında rekâbet kesinlikle yasaktı. Hatta
bir usta, tezgâhını dükkânın önüne çıkarıp kalabalığa göstererek ürün
işleyemezdi. Ürünlere devletin belirlediğinden yüksek fiyat konulamazdı.
İstanbul Arkeoloji Müzeleri
T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı olan İstanbul Arkeoloji
Müzeleri, İstanbul'un Sultanahmet semtinde, Gülhane Parkı'ndan Topkapı
Sarayı'na çıkan Osman Hamdi Bey yokuşunda yer almaktadır. İsminin çoğul
olarak kullanılmasının nedeni, idaresi altında Arkeoloji Müzesi, Eski
Şark Eserleri Müzesi ve Çinili Köşk Müzesi olmak üzere üç ayrı müzeyi
bulundurmasıdır.
İstanbul Arkeoloji Müzeleri gezisi kapsamında müzenin muhteşem
güzellikteki bahçesini ve bahçenin içinde yer alan üç ayrı binayı
ziyaret etmek mümkündür. Tarihin farklı dönemlerine izler bırakmış
uygarlıklardan kalan çeşitli eserlere ev sahipliği yapan İstanbul
Arkeoloji Müzeleri, dünyada müze binası olarak tasarlanan ve kullanılan
ilk on müze arasında yer alır. Ayrıca Türkiye'nin de müze olarak
düzenlenmiş ilk kurumudur. Sahip olduğu çarpıcı koleksiyonların yanı
sıra müze binalarının mimarisi ve bahçesi ile de tarihsel ve doğal öneme
sahiptir.
İstanbul Boğazı
İstanbul Boğazı, Karadeniz ile Marmara Denizi'ni birbirine bağlayan su
geçididir. Genel olarak kuzeydoğu-güneybatı doğrultusunda uzanır ve
İstanbul şehrini Avrupa yakası ve Anadolu yakası olmak üzere ikiye
böler. Boğazın her iki yakasına yayılmış yerleşim bölgesine Boğaziçi adı
verilir.
İstanbul Boğazı, Marmara Denizi ve Çanakkale Boğazı ile birlikte Türk
Boğazları olarak adlandırılır ve Avrupa ile Asya kıtalarını birbirinden
ayıran doğal sınırlardan biri olarak kabul edilir. 1 Mayıs 1982
tarihinde yürürlüğe giren İstanbul Liman Tüzüğü uyarınca, İstanbul
Boğazı'nın kuzey sınırı Anadolu Feneri'ni Rumeli Feneri'ne birleştiren
hat; güney sınırı ise Ahırkapı Feneri'ni Kadıköy İnciburnu Feneri'ne
birleştiren hat olarak belirlenmiştir.
Boğazın kıyıları tarih boyunca değişik uygarlıklara yurt olmuş, MÖ 685
yılında Megara'dan gelen Yunanların günümüzde tarihî yarımada olarak
adlandırılan bölgede bir şehir devleti kurmasıyla gelişerek büyümüştür.
Doğu Roma İmparatorluğu'na ve Osmanlı Devleti'ne başkentlik yapan ve
günümüzde Türkiye Cumhuriyeti'nin en büyük kenti olan İstanbul'un
simgelerinden biridir ve gerek kentin, gerekse ülkenin yurtdışı
tanıtımlarında baş ögelerden biri olarak kullanılmaktadır.
Uluslararası deniz taşımacılığının yapılabildiği en dar geçit olma
özelliğini taşıyan İstanbul Boğazı üzerinde Boğaziçi ve Fatih Sultan
Mehmet asma köprüleri bulunur. Bu köprüler İstanbul'un iki yakasını
bağladığı gibi, Avrupa kıtası ile Asya kıtası arasında birer geçiş
noktası yaratır. İstanbul halk taşımacılığının kilit noktalarından biri
olan Boğaz'da kıtalararası ulaşım, deniz otobüsleri, yük, araç ve yolcu
taşıyan feribotlar, şehir hatları vapurları ve yolcu motorlarıyla da
desteklenmektedir.[6] Hâlen yapımı sürmekte olan deniz altı raylı sistem
tüp geçidi Marmaray projesiyle iki kıta arasında kesintisiz bir demir
yolu hattı oluşacak ve Londra'dan Pekin'e yalnızca demir yolunu
kullanarak gitmek mümkün olacaktır.
İstanbul Boğazı, Karadeniz'e kıyıdaş olan Bulgaristan, Gürcistan,
Romanya, Rusya ve Ukrayna için Akdeniz'e ulaşmanın tek yoludur.Çanakkale
Boğazı ve Marmara Denizi'yle birlikte İstanbul Boğazı'nın egemenlik
hakları, 20 Temmuz 1936'da imzalanan Boğazlar Sözleşmesi ile belirli
kurallar ışığında Türkiye'ye verilmiştir.
Rumeli Hisarı
Rumeli Hisarı İstanbul'un Sarıyer ilçesinde Boğaziçi'nde bulunduğu semte
adını veren hisar. Fatih Sultan Mehmet tarafından İstanbul'un fethinden
önce boğazın kuzeyinden gelebilecek saldırıları engellemek için Anadolu
yakasındaki Anadolu Hisarı'nın tam karşısına inşa ettirilmiştir. Burası
boğazın en dar noktasıdır. Mekânda uzun yıllardır Rumeli Hisarı
Konserleri düzenlenmektedir.
Rumeli Hisarı, 30 dönümlük bir alanı kapsamaktadır. Anadolu Hisarı'nın
karşısında İstanbul Boğazı'nın 600 metrelik en dar ve akıntılı kısmında
inşa edilmiş bir hisardır. 90 gün gibi kısa bir sürede tamamlanan
hisarın üç büyük kulesi, dünyanın en büyük kale burçlarına sahiptir.
Rumeli Hisarı'nın adı Fatih vakfiyelerinde Kulle-i Cedide; Neşri
tarihinde Yenice Hisar; Kemalpaşazade, Aşıkpaşazade ve Nişancı
tarihlerinde Boğazkesen Hisarı olarak geçmektedir.
Hisarın inşaatına 15 Nisan 1452'de başlanmıştır. İş bölümü yapılarak her
bölümün inşaası bir paşanın denetimine verilmiş, deniz tarafına düşen
bölümün inşaasını da Fatih Sultan Mehmet bizzat kendisi üstlenmiştir.
Denizden bakıldığında sağ taraftaki kulenin yapımına Saruca Paşa, sol
taraftakinin yapımına Zağanos Paşa, kıyıdaki kulenin yapımına da Halil
Paşa nezaret etmiştir. Buralardaki kuleler de bu paşaların adlarını
taşımaktadırlar. Hisarın inşası 31 Ağustos 1452'de tamamlanmıştır.
Hisarın yapımda kullanılan keresteler İznik ve Karadeniz Ereğlisi'nden,
taşlar ve kireç Anadolu'nun değişik yerlerinden ve spoliler ( devşirme
parça taş) çevredeki harap Bizans yapılarından temin edilmiştir. Mimar
E. H. Ayverdi'ye göre hisarın yapımında yaklaşık olarak 300 usta,
700-800 işçi, 200 arabacı, kayıkçı, nakliyeci ve diğer tayfa
çalışmıştır. 60,000 metrekare alanı kapsayan eserin kargir hacmi
yaklaşık 57,700 metreküptür.
Rumelihisarı'nın Saruca Paşa, Halil Paşa ve Zağanos Paşa adlarında üç
büyük ve Küçük Zağanos Paşa ile 13 adet irili ufaklı burcu
bulunmaktadır. Zemin katları ile birlikte Saruca Paşa ve Halil Paşa
kuleleri 9 katlı, Zağanos Paşa Kulesi ise 8 katlıdır. Saruca Paşa
Kulesi'nin çapı 23,30 metre, duvar kalınlığı 7 metre, yüksekliği ise 28
metredir. Zağanos Paşa Kulesi'nin çapı 26,70 metre, duvar kalınlığı 5,70
metre, yüksekliği ise 21 metredir. Halil Paşa Kulesi'nin çapı 23,30
metre, duvar kalınlığı 6,5 metre ve yüksekliği de 22 metredir.
Rumeli Hisarı, 1509 Büyük İstanbul Depreminde büyük zarar görmüş ancak
hemen onarılmıştır. 1746 yılında çıkan yangında ahşap kısmı harap
olmuştur. Hisar tekrar III. Selim ( 1789-1807) döneminde onarılmıştır.
Hisarın kulelerini örten ahşap külahlar yıkılınca, kale içi küçük ahşap
evlerle dolmuştur. 1953 yılında cumhurbaşkanı Celâl Bayar'ın talimatı
ile üç Türk bayan mimar Cahide Tamer, Selma Emler ve Mualla Eyüboğlu
Anhegger hisarın onarımı için gerekli çalışmaları başlatmış, kale
içindeki ahşap evler kamulaştırılarak yıkılmış ve restorasyon
gerçekleştirilmiştir.
Anadolu Hisarı
Anadolu Hisarı; İstanbul'un Anadoluhisarı semtinde, Göksu Deresi'nin
İstanbul Boğazı'na döküldüğü yerdedir. 7.000 metrekarelik bir alan
üzerine, Boğazın en dar noktası olan 660 metre mesafedeki bölgesine
Yıldırım Bayezıt tarafından inşa edilmiştir.
Cenevizliler, Bizans'la birlik olup Karadeniz'de ( Kefe, Sinop ve
Amasra'da) koloniler kurmuşlardı. Bu sebeple, Boğaz geçişi Cenevizliler
için hayati önem taşımaktaydı. Aynı durum Osmanlılar için de söz
konusuydu. Karşı sahilde, İstanbul'un Avrupa yakasında bulunan Rumeli
Hisarı ise, 1451-1452 yılları arasında II. Mehmed tarafından, bu yabancı
ülkelerin gemilerinin geçişlerini denetim altında tutabilmek amacıyla
inşa ettirilmiştir. Fatih Sultan Mehmed, Rumeli Hisarı'nı yaptırırken bu
kaleye dış surlar ekletmiştir.
Anadolu Hisarı, iç ve dış kale ile bu kalelerin surlarından oluşur. İç
kale, dikdörtgen biçimindeki dört katlı bir kuledir. İlk yapıldığında,
bir giriş kapısı bulunmadığı için, kuleye iç kale surlarına uzanan bir
asma köprüden giriliyordu. Üst katlarına da içerideki ahşap
merdivenlerle çıkılıyordu.
İç kale surları, dış kalenin kuzeydoğu ve kuzeybatı köşelerini
birleştirir. Bu surlar üç metre kalınlığındadır. İç surlarla birleşen
dış kale surlarının üzerinde birçok kemer ve surları korumak için
yapılmış üç kule bulunur. Asıl kalenin surları doğu-batı yönünde 65
metre; kuzey-güney yönünde 80 metre boyunca uzanır. Surların kalınlığı
2.5 metredir. Dış surlarda topların yerleştirildiği menfezler bulunur.
Anadolu Hisarı'nın asıl kalesinde ve iç surlarında, araları harçla
doldurulmuş blok taşlar kullanılmıştır.
Anadolu Hisarı, İstanbul'un fethinden sonra askeri önemini yitirmiş,
çevresi zamanla bir yerleşim bölgesi durumuna gelmiştir. Bugün bazı
bölümleri yıkık olan Anadolu Hisarı’nın ortasından yol geçmektedir.
Aynalıkavak Kasrı
Kasımpaşa Hasköy’de yer alan kasrın, ne zaman yapıldığı tam olarak
bilinmemekle birlikte; Evliya Çelebi’ye göre Fatih Dönemi’nde, bir başka
kaynakta ise 1613 yılında Kaptan-ı Derya Halil Paşa tarafından
yaptırılmıştır.
Aynalıkavak ismi bahçesindeki kavak ağaçlarından ve Pasarofça
Antlaşmasıyla Mora’yı Türklere bırakan Venediklilerin antlaşma sonrası
Osmanlı Padişah’ı III. Ahmet’e hediye ettikleri aynalardan gelmektedir.
Yapı eğimli bir arazide inşa edilmiş ve bahçesi çeşitli ağaçlarla
süslenmiştir. Giriş mekânına bir verandadan girilip, oradan da geniş bir
salona geçiliyor. Salonun üç tarafında ipek döşemeli divanlar,
duvarlarında ise mavi zemin üzerine altın yaldızlarla yazılmış III.
Selim’e ait bir şiir yer alır. Salon üç yönde bahçeye bakan hatlarla
bezenmiş pencerelere sahip ve üzeri kubbeyle örülü bir arz odası
görünümündedir.
19 yy başlarında mekân has bahçe olarak da anılmıştır. Yapı II. Mahmut
tarafından Kirkor Balyan’a restore edilmiş; günümüzdeki şeklini ise,
III. Selim zamanında almıştır.
Aynalıkavak Kasrı, Lale Devrinde birçok eğlenceye ve I. Abdülhamit
tarafından 9 Ocak 1784 tarihinde Osmanlı Devleti ile Rusya arasında
imzalanan Aynalıkavak Antlaşmasına ev sahipliği de yapmıştır.
Günümüzde kasrın alt katında Türk Müziği aletlerinin sergilendiği ve
bazen sanat musikisi konserlerinin düzenlendiği bir araştırma merkezi ve
müze bulunmaktadır.
Beylerbeyi Sarayı
16 yy.ın ikinci yarısında, III. Murat’ın Rumeli Beylerbeyi Mehmet Paşa,
burada kendisine bir yalı yaptırır. Beylerbeyi ismi de buraya dayanır.
Daha sonraki dönemlerde Sultan topraklarına katılan mekâna; 19yy.ın ilk
çeyreğinde, II Mahmut tarafından ahşap bir saray inşa ettirilir. Bu
saray yanar ve yerine bugünkü Beylerbeyi Sarayı, dönemin ünlü mimarı
Sarkis Balyan ve kardeşi tarafından, Abdülaziz için yaptırılır. 1865
yılında yapımı tamamlanan Saray, Sultan ailesinin yazlık sarayıdır.
Beylerbeyi Sarayı, Sultan’ın yazlık sarayı olmasının yanı sıra, aynı
zamanda yabancı konuklarının ağırladığı bir mekândır.
Saray’ın Bahçesi, ağaçlar, heykeller ve Havuzlarla süslenmiştir. Sarayın
iç kısmında, havuzlu bir salon, selamlık, harem ve amiral odası göze
çarpar. Ayrıca; valide sultan odası, yemek odası, kabul odası ve mavi
salon gibi iç mekânlarda görülmeye değer yerlerdir. Sarayda toplam 26
oda ve 6 salon vardır. Saray’ın bahçesinde bulunan Mermer Köşk ve Sarı
Köşk’ün II. Mahmut tarafından İnşa edildiği söylenir. Sarı Köşk,
Abdülaziz zamanında restore edilmiştir. Bahçenin köprü tarafındaki Ahır
Köşkü ise; Sultan’ın atları için yaptırılmıştır.
Abdülhamit tahtan indirildikten sonra, öldüğü 1918 yılına kadar bu
Saray’da gözaltında tutulur. Saray; Cumhuriyet Döneminde, Atatürk’ün
konuklarını da ağırlar. Bugün müzeye dönüştürülmüş tarihi yapı, Anadolu
yakasının en gözde mimarilerindendir.
Çırağan Sarayı
Haliç ve Boğaziçinin en güzel yerleri sultanlar ve önemli kişilere saray
ve köşkleri için tahsis edilmişti. Zaman içinde bunların bir çoğu yok
olmuştur. Büyük bir saray olan Çırağan 1910 yılında yanmıştır. Önceki
bir ahşap sarayın yerinde 1871 yIında Sultan Abdülaziz tarafından Saray
Mimar Serkis Balyan'a yaptırılmıştı. Dört yılda dört milyon altına mal
olan yapının ara bölme ve tavanı ahşap, duvarlarda mermer kaplıydı. Taş
işçiliğinin üstün örnekleri sütunları, zengin döşenmiş mekanlar
tamamlardı. Odalar nadide halılarla, mobilyalar altın yaldızlar ve sedef
kalem işleri ile süslüydü. Boğaziçi'nin diğer sarayları gibi Çırağan da
birçok önemli toplantıya mekan olmuştu. Renkli mermerle süslenmiş
cepheleri, abidevi kapıları vardı ve arka sırtlardaki Yıldız Sarayına
bir köprü ile bağlanmıştı. Cadde tarafı yüksek duvarlar ile çevriliydi.
Yıllar boyu harabe halinde duran kalıntı büyük tamirler sonunda yeniden
ihya olmuş, yanına ilave edilen eklentiler ile 5 yıldızlı, güzel bir
otele dönüştürülmüştür.
Dolmabahçe Sarayı
19 uncu yüzyılda Sultan I. Abdülmecit tarafından yaptırılan Dolmabahçe
Sarayı'nın cephesi Boğaz'ın Avrupa kıyısında 600 m boyunca uzanmaktadır.
Dolmabahçe Sarayı, Avrupa sanatı üsluplarının bir karışımı olarak
1843-1856 yılları arasında inşa edilmiştir. Sultan Abdülmecit'in mimarı
Karabet Balyanın eseridir. Osmanlı Sultanlarının her devirde birçok
sarayı bulunurdu. Ancak esas saray Topkapı, Dolmabahçe Saraylarının
tamamlanmasından sonra terk edilmiştir.
Dolmabahçe Sarayı üç katlı, simetrik planlıdır. 285 odası ve 43 salonu
vardır. Denizden 600 metrelik bir rıhtımı, kara tarafında ise birisi çok
süslü iki abidevi kapısı vardır. Bakımlı ve güzel bir bahçenin
çevrelediği bu sahil sarayının ortasında, diğer bölümlerden daha yüksek
olan tören ve balo salonu yer alır. Büyük, 56 sütunlu kabul salonu 750
ışıkla aydınlanan 4.5 tonluk muazzam kristal avizesi ile ziyaretçileri
hayrete düşürür.
Sarayın giriş tarafı Sultanın kabul ve görüşmeleri, tören salonunun
diğer tarafındaki kanat ise harem bölümü olarak kullanılmıştır. Iç
dekorasyonu, mobilyaları, ipek halı ve perdeleri ve diğer tüm eşyası
eksiksiz olarak, orijinaldeki gibi günümüze gelmiştir. Dolmabahçe Sarayı
mevcut hiç bir sarayda bulunmayan bir zenginlik ve ihtişama sahiptir.
Duvar ve tavanlar devrin Avrupalı sanatkarlarının resimleri ve tonlarca
ağırlığında altın süslemeleri ile dekore edilmiştir. Önemli oda ve
salonlarda her şey aynı renk tona sahiptir. Bütün zeminler birbirinden
farklı, çok süslü ahşap parke ile kaplıdır. Meşhur Hereke ipek ve yün
halılar, Türk sanatının en güzel eserleri, birçok yerde serilidir.
Avrupa ve Uzak doğunun ender dekoratif el işi eserleri sarayın her
yerini süsler. Pırıl pırıl kristal avize, şamdan ve şömineler sarayın
pek çok odasında güzelliklerini sergiler.
Dünyadaki saraylar içerisinde en büyük balo salonu buradakidir. 36 m.
yüksekliğindeki kubbesinden ağırlığı 4.5 ton olan devasa kristal avize
asılı durur. Önemli siyasi toplantılarda, tebrik ve balolarda kullanılan
bu salon, önceleri alttaki, fırına benzer bir düzen ile ısıtılırdı.
Saraya kalorifer ve elektrik sistemi daha sonraları eklenmiştir. Altı
hamamdan Selamlık bölümündeki, eşi olmayan, güzel oymalı alabaster
mermerleri ile dekorludur. Büyük salonun üst galerileri orkestra ve
diplomatlar için ayrılmıştır.
Uzun koridorlar geçilerek varılan harem bölümünde, sultan yatak odaları
ve sultanın annesinin bölümü ile diğer kadın ve hizmetkarlar bölümleri
bulunmaktadır. Sarayın kuzey eklenti bölümü şehzadelere tahsis
edilmiştir. Girişi Beşiktaş semtinde olan yapı Resim ve Heykel Müzesi
olarak hizmet vermektedir. Cumhuriyet döneminde, Atatürk'ün Istanbul
ziyaretlerinde ikametgah olarak kullanıldığı sarayda en önemli olay,
1938'de Atatürk'ün ölümüdür.
Hidiv Kasrı
İtalyan mimar Delfo Seminati’ye, Mısır Hidivi Abbas Hilmi Paşa
tarafından 1907 yılında Çubuklu sırtlarındaki koruluğun içine bina
ettirilen 1000 metrekarelik yapı, “art-nouveau” süsleme üslubuna
sahiptir. Mısır bağımsızlığını ilan ettiği sırada, İstanbul’da V.Mehmet
Reşat’la görüşmede bulunan Abbas Hilmi Paşa; görevinden alınınca, ailesi
ile birlikte İstanbul’daki Hidiv Kasrı’na yerleşir.
Hidiv Kasrı’nın ana girişinin ortasında mermerden bir çeşme vardır. Bunu
yapının içindeki diğer çeşme ve havuzlar izler. Kasrın salonları
arasındaki bağlantılar, havuzun etrafında daire çizer ve bu daire
yalnızca giriş holünde kesilir. Tavansa vitrayla kaplıdır.
Giriş katındaki şömineli salonun üstündeki daire biçimindeki parçada yer
alan iki büyük yatak odası; lambrileri, iç tuvalet ve banyoları ile
dikkat çekmektedir. Binanın bir diğer özelliği ise; Boğaziçi'nin
yarısının seyredilebildiği kulesidir. Hem asansör, hem de merdivenle
çıkılabilen bu kulenin balkonlu bir orta katı ve üstü açık bir terası
mevcuttur.
Kasır, Hidiv'in 1930'lu yıllarda İstanbul'u terk etmesinden sonra
İstanbul Belediyesi'nce satın alınmış, fakat 1937–1982 yıllan arasında
pek kullanılmamıştır. Sadece zaman zaman film çekimi için kiraya
verilmiş, fakat bu esnada çok hor davranılmış ve hatta yeterli ışık
gelsin diye tavandaki çok değerli vitraylar dahi kırılmıştır. 1982
yılında Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu tarafından restorasyon
başlatılmış; İki yıl süren çalışmalardan sonra 1984 yılında otel,
restoran ve kafe olarak hizmete girmiştir.
Günümüzde İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı Beltur tarafından
restoran olarak işletilen Hidiv Kasrı; düğün, seminer ve toplantılara da
ev sahipliği yapmaktadır.
Ihlamur Kasrı
25 bin metrekare civarında bir alana sahip Ihlamur Kasrı; Beşiktaş’ta
Nüzhetiye Caddesi’nin kavşağında, Ihlamur ve Teşvikiye arasında bulunur.
Bazı kaynaklarda; 18 yy.ın ortalarında Hüseyin Efendi ait bir köşk yer
alır yazarken, bazı kaynaklarda; aynı yüzyılın başlarında III. Ahmet’in
kurduğu has bahçenin ıhlamurluğunda yapılmış iki köşkten bahsedilir.
Ancak, 1849–1855 tarihleri arasında mevcut binalar yıkılarak, yerine
Abdülmecit tarafından Nikoğos Balyan’a günümüzdeki köşkler yaptırılır.
Ihlamur Kasrı, Maiyet Köşkü ve Merasim Köşkü adında iki köşkten oluşur.
Maiyet Köşkü, Merasim Köşküne nazaran daha sade bir görünümde olup;
genellikle, Sultan ve harem kadınları için kullanılırdı. Bugün güzel bir
kafeterya burada hizmet vermektedir. Merasim Köşkü ise; barok tarzı
oymalarla ve süslemelerle bezenmiştir. Tavanlar manzara resimleriyle
kaplı, şöminenin süslemelerinde kullanılan porselenler, yıldız fırınının
ürünleridir. Köşk; Kristal avizeler, Avrupa üslubu birçok mobilya,
Hereke halıları ve süslü vazolarla dekore edilmiştir.
Abdülaziz; Bu kasrın bahçesinde, kendisinin de bizzat katıldığı güreş
müsabakaları, koç ve horoz dövüşleri düzenlerdi. I. Abdülmecit burada
ünlü Fransız şairi Lamartine’yi misafir etmiş; ayrıca, V. Mehmet Reşat
burada Bulgaristan ve Sırbistan devlet adamlarının bulunduğu yabancı
devlet erkânını kabul etmiştir.
Cumhuriyet Dönemi’nde uzun müddet kullanılmayan Kasr’ın, 1952 yılında
Merasim Köşkü Tanzimat Müzesi’ne, Maiyet Köşkü de Tarihi Köşkler
Müzesi’ne dönüştürüldü. Bir dönem müze olmaktan çıkarıldı ve 1980’li
yıllarda tamamen restore edildi. 1987’de ise bahçesiyle birlikte,
tekrardan konuklarına kapılarını açtı.
Tekfur Sarayı
Edirnekapı ve Eğrikapı arasında, surların yanında bulunan Tekfur
Sarayı’nın ne zaman yapıldığı hakkında elimizde kesin bir bilgi mevcut
değildir. Bazı kaynaklarda 10. yy.da Bizans İmparatoru Porfirogenetos
inşa ettirdiği ve yapının aslında mevcut diğer sarayın ilavesi olduğu
yazılıdır. Bazı kaynaklarda ise; 13 ve 14 yy.larda Blakhernai Sarayı’nın
bir uzantısı olarak inşa edildiği yazar.
Saray, Osmanlı’nın İstanbul’u fethinden sonra bir dönem harabe olarak
kalmış. 17.yy sonlarında burada bir hayvanat bahçesi kurulmuştur.
İstanbul’a 16 yy.da gelen John Sanderson anlattığına göre; kente
kendisinden 40 sene önce sefir olarak gelen, Busbecq hayvanat
bahçesindeki zürafayı görmek için hayvanat bahçesine gitmiş. Zürafanın
birkaç gün önce öldüğünü duyunca; Avrupa’da hiç görmediği bu hayvanı
görmek için mezarını kazdırıp merakını gidermiştir. 18 yy.da ise,
seramik imalathanesi olarak kullanılan mekân 19 yy.da da şişe ve cam
imalathanesine dönüştürüldü. Ayrıca; Ünlü Kaşıkçı Elması buradaki
çöplükte bulunmuştur.
Bugün, Belediyece çevresi düzenlenen yapıda sanat tarihi kazıları devam etmektedir.
Küçüksu Kasrı
Küçüksu Kasrı, İstanbul’da Boğaz’ın Asya yakasında bir yazlık saraydır.
Bu kasr İstanbul Beykoz ilçesinde yer almaktadır. Küçüksu Kasrı Anadolu
Hisarı ve Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’ne ( ikinci Boğaz Köprüsü) çok
yakın bir konumdadır. Küçüksu Kasrı için, Küçüksu Sarayı, Küçüksu Köşkü,
Göksu Sarayı, Göksu Köşkü veya Göksu Kasrı da denir.
Sultan I. Mahmud ( 1730 – 1754) zamanında, Divittar Mehmed Paşa
Küçüksu’da deniz kenarında sultan için iki tane ahşap köşk inşa
ettirmişti.
Bu köşk restore edilerek Sultan III. Selim ( 1789 – 1807) ve Sultan II.
Mahmut ( 1808 – 1839) zamanlarında da bu padişahlar tarafından
kullanıldı.
Sultan Abdülmecid ( 1839 – 1861) burada mevcut bulunan bu eski ahşap
binanın yıkım emrini verdi ve yerine Küçüksu Kasrı inşa edildi.
1857 yılında açılışı gerçekleşen Küçüksu Kasrı, bodrum da dahil olmak üzere üç katlı bir yapıdır.
Birinci ve ikinci katlarda bulunan dörder oda, geleneksel Türk evi
planına uygun şekilde bir merkez salona açılmaktadır. Ve Küçüksu Kasrı,
Biniş Kasrı olarak Sultan tarafından gündüz ziyaretleri için kullanıldı.
1923 yılında modern Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra,
Küçüksu Kasrı Mustafa Kemal Atatürk’ün sık sık uğradığı bir mekan
olmuştur. Atatürk İstanbul’dayken, Küçüksu Kasrı’nı gelip çalışmak veya
dinlenmek için kullanmıştır.
1925 yılında, Küçüksu Kasrı o zamanki Türkiye Büyük Millet Meclisi
Milli Saraylar Müdürlüğü’nün himayesine verilmiştir. Devlet konukevi
olarak da kullanılan Küçüksu Kasrı, 1970′lere kadar diğer ülkelerin
devlet yöneticilerine de tahsis edilmiştir.
Küçüksu Kasrı 1983 yılında ziyarete açılmıştır.
Küçüksu Kasrı ziyaret saatleri Kasım – Mart döneminde saat 09:00 ile
16:00 arasında ve Nisan – Ekim döneminde saat 09:00 – 17:00 arasındadır.
Küçüksu Kasrı Pazartesi ve Perşembe hariç haftanın diğer günlerinde ziyaretçilere açıktır.
Adile Sultan Sarayı
Kandilli’de bulunan Adile Sultan Sarayı, Sultan Abdülaziz tarafından
1876 yılında Sarkis Balyan’a yaptırıldı. Sarayı çevreleyen koruluğa
sahil yolundaki kapısından giriliyor. Saray, Adile Sultan tarafından
ölümünden önce, 1899’da kız okulu olması isteği ile Milli Eğitim’e
bağışlandı. Kandilli Kız Lisesi olarak kullanıldığı dönemde geçirdiği
büyük yangın sonrasında restore edildi.
Meşhur Türk Filmi Hababam Sınıfının çekimleri burada gerçekleşmiştir.
Şu anda Restoran Sakıp Sabancı Kültür Merkezi tarafından kullanılmaktadır.
Sakıp Sabancı Kandilli Eğitim ve Kültür Merkezi – Adile Sultan Sarayı ;
prestijli davetlere ev sahipliği yapmak üzere Haziran 2006’da hizmete
girdi. Adile Sultan Sarayı’nın işletmesi aynı zamanda İstanbul Lütfi
Kırdar’ın da işletmecisi olan UKTAŞ tarafından yürütülmektedir.
Maslak Kasrı
Büyükdere Caddesi üzerinde, İstinye ve Tarabya kavşakları arasında yer
alan yapı; II. Mahmut zamanında inşa edilmiş, Abdülaziz döneminde
eklemeleriyle birlikte bitirilmiştir. II. Abdülhamit bu köşkü dinlenme
ve av köşkü olarak kullanmış, V. Murat’ın tahttan indirildiğini ve
Osmanlı’nın yeni hükümdarı olduğunu bu köşkte öğrenmiştir.
Maslak Kasrı; Kasr-ı Hümayun, Mabeyn-i Hümayun, Paşalar Dairesi, Çadır
Köşkü ve limonluktan oluşur. Diğer Osmanlı yapılarına nazaran daha sade
bir görünümde olan köşkün değişik yerlerinde Abdülhamit’in tuğraları yer
alır.
Kasr-ı Hümayun: Bu kasırda Sultan Abdülhamit’in çalışma ve yatak odaları
bulunmakta İki katlı olan yapı, çatı ve bodrum katlarına da sahiptir.
Girişinin iki yanında sütunlar ve bu sütunlar üzerinde bir balkon
bulunur. Tüm odaların tavanları ve salonun duvarları renkli kalem işi
resimlerle süslenmiştir.
Mabeyn-i Hümayun: Küçük, tek katlı ve kâgir olan yapı; Sultan’ın özel
dairesidir. Buradan ulaşılan limonluksa; çok değerli bitkiler,
kamelyalar, fern ağaçları, muzlar ve ortasında havuz bulunan güzel bir
cam seradır.
Çadır Köşk: Sekizgen bir plana sahip, iki katlı, çatısındaki geniş
saçaklar, etrafını dolanan balkonu ve ahşap işçiliğiyle göz alıcı bir
mekân.
Paşalar Dairesi: Tek katlı ve kâgir olarak inşa edilmiş ve içinde bir hamamı da barındıran şirin bir yapı.
Çifte Saraylar
Çifte Saraylardan Molla Çelebi Camisi’ne yakın olan Cemile Sultan Sarayı’dır.
Sarayın yapımı, Mahmut Celaleddin Paşa ile evlendirilen Cemile Sultan’ın
düğününden altı ay sonra tamamlanmıştı. İnşaatın tamamlana kadar eşiyle
birliket Emirgan’da Mısırlı İbrahim Paşa Yalısında oturan Cemile
Sultan, Nisan 1859’dan itibaren bu sarayda yaşadı. Hayatının son
döneminde doktorların tavsiyesi üzerine bu saraydan ayrılmış;önce
Göztepe, sonra Erenköy’de yaşamıştır.
Cemile Sultan’dan sonra Abdülaziz’in kızlarından Nazime Sultan ile eşi
Derviş Paşazade Ahmet Paşa bir süre bu sarayda ikamet etmiştir.
Meclis-i Mebusan binası olarak kullanılan Çırağan Sarayı’nın 1910’daki
yangında harap olmasının ardından Cemile Sultan Sarayı, Meclis-i Mebusan
ve Meclis-i Ayan olarak kullanılmak üzere Nazime Sultan varislerinden
satın alındı; 1913-1920'de meclis binası işlevini gerçekleştirdi ve
Osmanlı Devleti'nin yıkılış sürecindeki son meclis oturumlarına tanıklık
etti.
Kar©glan Başağaçlı Raşit Tunca
