Thread Rating:
  • 24 Vote(s) - 3 Average
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
Solunum Yollarının Anatomisi
#1
Oku-1 
   

Solunum Yollarının Anatomisi

Solunum sistemi, kandaki karbondioksit (CO2) gazının oksijen gazı (O2) ile yer değiştirmesini sağlayan sistemdir.

Solunumun temel organı akciğerlerdir. Göğüs boşluğunda asılı olarak bulunan akciğerler pembemsi renkte süngersi yapıdadır. Bu pembemsi görünüm sigara içenlerde veya pasif içicilerde siyahlaşmış bir hal alır. Hava kirliliğinin yoğun olduğu bölgelerde yaşayanlarda da sigara içilmese bile siyahlaşmış görüntü olabilir.

Solunum sisteminde burun ve ağız yardımıyla dışarıdan alınan havanın içindeki oksijen sırayla yutak, gırtlak ve soluk borusundan geçtikten sonra akciğerlere gelir. Akciğerlerde bronş ve bronşcuklardan geçerek alveollere gelir. Alveollerin iç kısmının nemli tutulması solunumu kolaylaştırmaktadır. Alveollerden kana geçer. Kan, hücrelere oksijeni taşır. Hücreler bu oksijeni kullanarak enerji elde ederler. Kan yardımıyla karbondioksit, tekrar alveollere gelir. Alveollerin içindeki kılcal damarlarda bulunan karbondioksit bronşçuk, bronş, soluk borusu, gırtlak ve yutaktan geçtikten sonra bu sefer ağız ve burundan çıkar.
Solunum Sistemindeki Yapı ve Organlar

Solunum sistemindeki yapı organlar şu organlardan oluşur.

    burun
    ağız
    yutak
    gırtlak
    soluk borusu
    akciğer
    bronş
    bronşçuk
    alveoller

Burun, solunum sisteminin dışarı açılan kısmıdır. Burun içindeki kıllar ve nemli yüzey havanın içindeki tozların tutulmasını sağlar. Ayrıca burun içindeki nemli yüzey ve burun içinin kıvrımlı oluşu soğuk havalarda, havanın ısınarak akciğerlere gitmesini sağlar. Burnun en uç kısmındaki koklama sinir uçları havadaki küçük parçacıklar tarafından uyarılarak koku alma faaliyetini yapar.

Yutak, ağız ve burun boşluğunu, soluk ve yemek borusuna birleştiren kısımdır.

Soluk borusu, yutak ile akciğer arasında kalan borudur. Soluk borusunun başlangıç bölümü gırtlaktır. Gırtlakta ses telleri vardır. Ayrıca küçük dil yutkunurken soluk borusunu kapatır. Soluk borusunun iç yüzeyi nemli ve tüylerle kaplıdır. Bunlar soluk borusuna kaçan toz vb. maddeleri yakalayarak öksürük ve balgamla dışarı atar. Soluk borusunun alt kısmı bronş adı verilen iki kola ayrılır. Bronşlardan biri sağ, diğeri sol akciğere bağlanır. Soluk borusu üst üste dizilmiş kıkırdak halkalardan oluşmuştur.

Akciğerler, göğüs kafesi içinde yer alır ve akciğerler solunumun en önemli organlarından biridir. Akciğerler Plevra adı verilen sağlam bir zarla çevrilir. Akciğerleri darbe, basınç gibi dış etkenlerden korur. Akciğerler sağ ve sol olmak üzere iki parçadır. Ayrıca her bir parça lob denilen bölümlere ayrılmıştır. Sağ akciğer üç, sol akciğer ise iki lobdan oluşur. Bronşlar akciğerlere girdikten sonra daha ince dallara ayrılır. Bu ince dallara bronşçuk denir. Bronşçuklar üzüm salkımı şeklinde hava keseleri ile sonlanır. Bu hava keselerine alveol denir. Alveoller akciğer yüzeyinin daha geniş olmasını sağlar. Bu özellik solunumu kolaylaştırır. Hava ile kan arasındaki gaz alışverişi alveollerde yapılır.
Solunumun değerlendirilmesi

Solunum kendiliğinden, sessiz, ağrısız, kolaylıkla gerçekleşir. Solunum sayısı yetişkinlerde 10-15 kez/dk, çocukta 20-30 kez/dk, bebekte 30-40 kez/dk arasındadır.

American Heart Association (Amerikan Kalp Derneği) tarafından 2010 yılında alınan kararla solunum kontrolü için "Bak-Dinle-Hisset" yöntemi hava yolu açıldıktan sonra solunumun kontrolü sıralamasından kaldırılmıştır.[1]

Bu soruların yanıtları olumsuzsa ya da ağza - burna ayna veya cam tutulduğunda buharlaşma olmuyorsa solunum yok demektir. Solunum durduğunda dokular oksijenlenemeyeceği için dudaklar ve tırnaklar siyanotiktir (morarmıştır).

Oksijen yokluğunda görülebilecek sorunlar şunlardır.

    0 -1. dakikada kardiyak hassasiyet (aritmi vb.)
    1 -4. beyinde hasara eğilim
    4 -6. beyin hasarı başlar
    6 -10. beyin hasarı artar
    10 + geri dönüşsüz beyin hasarı

Suni Solunum

Bir kazazedenin yanına varıldığında ilk önce CAB kontrol edilerek sürekliliği sağlanmalıdır.[1]

    C (Circulation): Dolaşımın (nabzın varlığının) saptanması ve sürekliliğinin sağlanmasıdır.
    A (Airway) : Soluk yolunun açıklığının saptanması ve sürekliliğinin sağlanmasıdır.
    B (Breathing): Solunumun varlığının saptanması ve sürekliliğinin sağlanmasıdır.

C (Circulation)

Nabza bakılmadan hemen göğse bası ve suni solunum şeklinde TYD uygulanır (2005 kurallarından önce nabza bakılırken sağlık personeli dışındaki kişilerin bakması artık önerilmiyor).
A (Airway)

Bu basamakta solunum yolunun açıklığının saptanması ve sürdürülmesi yapılır. Bilinçsiz ya da yerde yatan bir kişiye rastlandığında, öncelikle kişi omuzlarından hafifçe sarsılarak "iyi misiniz ?" sorusu sorulmalıdır. Yanıt alınamıyorsa, hemen baş-çene yöntemiyle baş geriye yatırılır. Eğer travma şüphesi varsa, boyun travmasına sebebiyet vermemek için "çene itme manevrası" (Jaw-thrust maneuver) uygulanır.[1].
B (Breathing)
Soluk yolunun açıklığı sağlandıktan sonra solunum kontrol edilir. Kişinin solunumu yoksa, hemen suni solunuma başlanılmalıdır. Önce, her biri bir saniye sürecek şekilde, iki kurtarıcı soluk verilir. Her soluk verildiğinde göğüs kafesinin yükselişi[1]; soluğun ardından ise, soluk veren başını kaldırır, solunumun geri çıkışını ve bu arada göğüs kafesinin inişini izler. Verilecek soluk miktarı, göğüs kafesini yükseltecek kadar olmalıdır. Çok fazla ve güçlü soluk vermenin yararlı olmadığı tespit edilmiştir. O nedenle, bir saniye sürecek şekilde aldığınız nefesi (balon üfler gibi) verilmelidir.

Ağız

Ağız, sindirim sisteminin giriş boşluğudur. Bu boşlukta, diş arkları ve dil bulunur.
Anatomik özellikleri

Ağız boşluğunun sınırları:

Üstte: Damak (Paltum) bulunur. Paltum, iki kısımdır; Önde Sert damak (paltum durum) arkada yumuşak damak (paltum molle) bulunur. Sert damak, maksilla nın alt parçası olup ağız boşluğunu burun boşluğundan ayırır. Yumuşak damak, os palatini (palatinal kemik) tarafından oluşturulan gevşek ağız mukozasıdır. Küçük dil (uvula palatina) yumuşak damağın submandibular ve sublingual tükürük bezlerini içerir. Mandibula nın corpusu ise ağız tabanını çevreler.

Ağız Boşluğunun Bölümleri:

1-Vestibulum oris: Diş dizisi (dental ark) ile dudaklar ya da yanaklar arasındaki bölüm.

2-Cavitas oris proprium: Asıl ağız boşluğu. Önde ve yanlarda dişlerle sınırlanmış olarak boğaz geçidine (Isthmus faucium) kadar uzanan boşluk.
Ağzın işlevleri

1-Sindirim sisteminin ilk açıklığı olup besinlerin alınarak dişlerle mekanik, tükürükteki amilaz ile kimyasal olarak ilk sindiriminin başlatılması. Ağızda bulunan dil organı, ayrıca tükürükle ıslanarak çözünmeye başlayan gıdaların tat duyusunu alır.

2-Konuşma esnasında ses çıkartmak için akciğerlerden gelen havaya, dil, dudaklar ve dişler yardımıyla son şeklini verir ve konuşma sesleri oluşur.

3-Solunum temel olarak solunum sisteminin giriş açıklığı olan burun boşluğunun (cavum nasi) görevidir. Ancak burun boşluğu tıkanıklıkları veya hava açlığı duyulan durumlarda ağız yardımcı bir solunum aygıtıdır.

4-Ağız ve ağzı oluşturan ya da çevreleyen yapılar yüz estetiğinin temel elemanlarıdır.


Burun

Burun; anatomik olarak hayvan ve insan yüzü üzerinde alınla üst dudak arasında bulunan, dışa çıkıntılı, iki delikli koklama ve solunum organıdır. İnsan burnu ve hayvan burnu arasında birçok anatomik farklar bulunur.

Burun boşluğu iki delikle dışarı açılır. Diğer taraftan da yutağa bağlanır. Burnun içerisinde mukus tabakası, kılcal damarlar ve kıllar bulunmaktadır. Burnun iç kısmının kıllı ve nemli oluşu sayesinde dışarıdan alınan hava nemlendirilir ve temizlenir. Kılcal damarlar sayesinde hava ısıtılır. Burun boşluğunun arkasında, hava daha sonra farenksten geçerek insan sindirim sistemiyle paylaşılır ve ardından solunum sisteminin geri kalanına yayılır.

Koku almaçları ve duyu sinirleri burun boşluğunun üst kısmında bulunur. Bu bölgeye sarı bölge denir. Sarı bölgede oluşan uyarı talamusa uğramadan direkt olarak beyin kabuğundaki koku merkezine gider. Bir kokunun burun tarafından algılanabilmesi için mukus içerisinde çözünmüş olması gerekir. Çözünen madde koku alma hücrelerini uyarır. Uyarı, koklama ile beyne iletilir. Böylece koku alınmış olur. En çabuk yorulan duyu organı burundur. Memelilerde burundan giren hava filtreden geçer, ısıtılır ve nemlendirilir. Alınan havanın süzülmesi, burun kılları ve mukus sayesinde gerçekleşir. Hava, kılcal damarlar yardımıyla ısıtılır. Havanın nemlendirilmesi ise mukus bezlerinin salgıları sayesinde olur.
Burnun işlevleri

Burun, insan organizmasında beş tane görev üstlenmiştir:

    Koku alma işlevinin algılayıcı kısmını oluşturur.
    Solunum yollarının uygun özellikler kazanmasını sağlar.
    Solunan havanın nemlenmesini sağlar.
    Solunan havanın toz gibi bazı yabancı cisimlerden temizlenmesine katkıda bulunur.
    Ses tellerinin çıkardığı ses titreşimlerinden etkilenip âdeta biyolojik bir hoparlör gibi davranır.

Koku duyusunu beyne taşıyan sinir “olfaktör siniri”dir (nervus olfaktorius, 1. kafa siniri). Bu sinirin ince uzantıları burun boşluklarının “burun üst konkası” üzerinde kalan bölümünü örten mukoza tabakasına dağılır. Böylece solunan havayla dış çevreden buruna giren koku uyarıları, koku sinirini uyarır. Burnun önemli görevlerinden biri de solunum yollarının başlangıcını oluşturmasıdır. Burun ön deliklerinden burun boşluklarına giren hava, burun arka deliklerinden -koanalar- nazofarinkse (yutağın ön üst bölümü) geçer. Hava daha sonra farinksten (yutak) aşağı doğru inip gırtlağa (larinks), oradan da nefes borusu yoluyla akciğerlere ulaşır. Burnun kemik ve kıkırdaktan yapılmış iskeleti solunum yollarının başlangıç bölümünün oldukça sert ve dayanıklı bir hava geçidi olmasını sağlar.

Burnun bir diğer önemli işlevi ise solunan havanın bronşlar ve akciğerler için uygun bir nemlilik ve sıcaklık düzeyine ulaşmasını sağlamaktır. Burun boşlukları “konka” denilen bölmelerle üç ana bölüme ayrılmıştır.
Burun boşluğu, septum ve sinüslerin kafatasındaki konumu

Burun deliklerinin içini örten mukoza damar ve salgı açısından zengindir. Solunum havası burun boşluğuna girdiğinde burun bölmeleri arasında yol alırken mukozadaki kan damarlarında dolaşan kandan ısı çekerek ısınırken, yüzeyi salgıyla örtülü olan mukozadan da nem çekerek nemlenir. Örneğin 20°C sıcaklığa sahip bir odada burundan nefes alan bir kimsede solunum havası gırtlağa geldiğinde 32°C ısınmış ve %98 oranında nemlenmiş olur. Aynı kişi aynı yerde ağzından soluk alacak olursa, solunum havası gırtlağa geldiğinde 30°C ısınmış ve %80 nemlenmiş olur.

Sıcak, soğuk ve kuru hava; gırtlak, nefes borusu, bronşlar ve akciğerler için tahriş edicidir. Burun, yukarıda belirttiğimiz işleviyle solunan havanın sıcaklık ve nemlilik yönünden taşıyabileceği olumsuz özelliklerini gidererek, rahat solunacak bir hava yaratmaktadır. Burnun çok önemli bir diğer göreviyse solunum havasındaki tozları yakalamaktır. Burun boşluklarının yüzeyini örten mukozanın (”burun üst konkası” altında kalan bütün solunum bölgesinde) en üst tabakası silialı epitel hücrelerine sahiptir. Silia denilen ve eldiven parmağına benzetebileceğimiz bu uzantılar, solunum havasından mukoza üzerine düşen tozları burnun salgısıyla birlikte burnun dışına doğru âdeta süpürürler. Böylece solunum havası bir ölçüde temizlenmiş olur. Burun “mukus” denilen bir salgı salgılar. Bu salgı hafif asit özellikte olduğu gibi, içinde “immün globulin A” (IgA) denilen bir bağışıklık globulini (antikor) taşır. Sümüğün gerek hafif asit oluşu ve gerekse içerdiği IgA, solunan havadaki çeşitli mikropların öldürülmesini sağlayarak solunum yollarını belli bazı canlı hastalık etkenlerine karşı korur.

Bazı mikroplar ve özellikle grip, nezle etkeni olan virüsler, kirli hava, SO2, CO, kuru hava siliaların süpürme işlevlerini bozar. Bu tarz durumlarda burnun temizleme işlevi bozulacağından, havadaki canlı hastalık etkenleri kolayca burun ve üst solunum yollarına tutunup buraları iltihaplandırabilirler.
Burun deliği

Bir insanda iki tane görünen iki tane de görünmeyen olmak üzere toplam dört adet burun deliği bulunmaktadır. Oksijeni sudan alan balıklarda ise öndeki suyun girişini arkadaki ise suyun çıkışına sağlayan iki çift burun derini bulunuyor. Evrim sürecinde insanlardaki arka taraftaki delikler kafanın içine girerek iç burun delikleri haline geldiler.[1]
Kaynakça

    ^ "Kaç burun deliğimiz var?". Sözcü Gazetesi. 29 Ekim 2015. 31 Ekim 2015 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 9 Aralık 2015.

Ayrıca bakınız

    Olfaktör sistem
    Kulak burun boğaz
    Burun çaydanlığı
    Burun akıntısı
    Jacobson organı
    Paranazal sinüs
    Rinoplasti
    Burun mukozası
    Burun bölmesi
    Septoplasti

Yutak

Yutak veya farinks, sindirim kanalının, ağız ve burun boşluğunun arkasında yer alan bölümüdür.

Yutak ağız boşluğu ile burun boşluğunun birleştiği yerde bulunur. Alınan besinin yemek borusuna geçmesini sağlar. Solunum sisteminde de etkin rol oynar.

Yutak (farinks) yetişkinlerde 12–13 cm uzunluğunda, tüp biçiminde, mukoza ile kaplı kaslı bir organdır. Üst sınırı kafatasının altında,alt sınırı ise 6. boyun omuru hizasındadır. Yutağın en üst bölümü hemen önündeki burun boşluğu ile bağlantı halindeyken, alt ucu yemek borusu (özofagus) ile devam eder. Yutağın yemek borusuna tutunduğu bölümü sindirim kanalının en dar bölgesidir. Yutağın arka duvarı omurganın boyun bölümüyle komşudur.Yutak yukarıdan aşağı doğru “Nazofarinks”, “Orofarinks” ve “Laringofarinks” olmak üzere üç bölümden oluşmuştur. Nazofarinks bölümü hemen önündeki burun boşluğu ile, burun arka delikleri aracılığıyla bağlantı halindedir.
Bölümleri

Farinks, geleneksel olarak üç bölüme ayrılır.

    Nasofarinks, yutağın burun boşluğunun arkasında kalan kısmıdır.
    Orofarinks, yutağın ağız boşluğunun arkasında kalan kısmıdır.
    Laringofarinks (hipofariks), yutağın C3 ve C6 boyun omurları hizasında kalan kısmıdır.

Gırtlak

Gırtlak (larinks veya larenks), boynun ön soluk borusunun üst kısmında yer alan bir solunum ve ses organı. Boynun ön tarafında; yetişkinlerde 3. ve 6., bebeklerde ise 2. ve 4. boyun omurları hizasında bulunur. Basit bir kutu görünüşünde olan gırtlak; kıkırdak, zar ve bağlardan yapılmış önemli vazifeleri bulunan bir organdır. Solunum yolunun üst kısmını teşkil eder ve aynı zamanda ses organıdır. Bu sebeple gırtlağın yapısı solunum borusunun diğer kısımlarından daha farklı ve karışıktır.

Gırtlağın üst deliği solunum yolunu daraltabilecek ve hatta icabında tamamıyla kapatabilecek bir mekanizmaya sahiptir. Bilhassa sesin meydana gelmesi ile ilgili olan bu mekanizma, icabında solunum yolunu kapatmak suretiyle yabancı maddelerin daha içerilere girmesine mani olur. Bu suretle organizma kendini ölüme bile götürebilecek olan bir hadiseden kurtulma imkânına sahip bulunmaktadır.

Büluğ çağında erkek çocukların gırtlağı hızla büyümeye başlar. Bütün kıkırdaklarda ve her yönde cereyan eden bu büyüme sonucunda bir sene zarfında mizmar aralığının uzunluğu hemen hemen iki misline çıkar. Ses kıvrımlarının (ses tellerinin) uzaması neticesinde bu çağda erkek çocuklarının sesi değişir ve kalınlaşır. Kız çocuklarında gırtlağın büyümesi büluğ çağında da yavaştır. Bu yüzden gırtlak erkeklerde hem genişlik hem de uzunluk bakımından kadınlardan daha büyüktür. Gırtlağın çevresi erkeklerde ortalama 136, kadınlarda 112 milimetre kadardır. Cins ve yaş durumlarından başka, çeşitli şahıslarda da gırtlak büyüklük ve şeklinde çeşitli farklılıklar görülebilr. Bundan dolayı insanların sesleri de birbirinden çok farklıdır. 20 yaşından itibaren gırtlak kıkırdakları kemikleşmeye başlar ve elastiki kıkırdaktan yapılmış olan epiglot ve ses tellerinin bağlandığı çıkıntılar hariç diğer kıkırdakların büyük kısmı yaşlılarda kemikleşmiş olur.

Gırtlağın iskeletini meydana getiren kıkırdaklar dokuz tanedir. Bunların üçü çift, üçü tektir. Tek olanlar tiroit kıkırdak (kalkansı kıkırdak), krikoit kıkırdak (yüzüksü kıkırdak) ve epiglot (gırtlak kapağı kıkırdağı)tur. Çift olanları ise aritenoit, corniculat ve cuneiform kıkırdaklarıdır. Tiroit kıkırdağın boynun ön tarafında yaptığı çıkıntıya halk arasında adem elması ismi verilir. Gırtlağın kasları da beş tanedir. Bunlardan dört tanesi çift, bir tanesi de tektir. Bunların kimisi ses tellerini uzatır, kimisi de kısaltır. Yine kasların bazıları mizmar aralığını daraltırken, bazıları da genişletir. Gırtlak kaslarının vazifelerinden ikincisi ise, yabancı cisim ve zararlı maddelerin alt solunum yollarına geçmesini önlemek için gırtlağı kapatmaktır. Bu kasları harekete geçiren uyarı, yabancı zararlı maddelerin gırtlak iç yüzeyine teması neticesinde meydana gelen reflekstir.

Gırtlağın iç yüzü, bütün solunum yollarında olduğu gibi, çok katlı titrek tüylü epitel ile örtülmüştür. Yalnızca fazla mekanik tesirler altında kalan ses tellerinin üzeri boynuzsu (çok katlı yassı) epitel ile örtülmüştür. Gırtlak mukozasının altında her tarafta çeşitli salgı bezleri bulunur. Bunların vazifeleri gırtlak iç yüzünün daima nemli kalmasını sağlamaktır. Bu durum, burun boşluğunda olduğu gibi buradan geçen havanın temizlenmesi ve neminin arttırılmasında önemli rol oynar. Larinks aynası denilen bir alet ile gırtlağın üst ve orta bölümleri görülebilir. Gırtlağın sinirleri vagus sinirinin iki dalından gelir. Bunların dallarının kesilmesi veya kanser hücreleri tarafından buraların istila edilmesi neticesinde ses kısıklığı meydana gelir.

Gırtlağın kendi özel isimleriyle anılan çeşitli hastalıkları vardır. Gırtlak difterisi, gırtlak veremi, larenjit (gırtlak iltihabı), gırtlak felci en önemlileridir.
Gırtlak tümörleri

Bütün organlarda olduğu gibi, gırtlak tümörleri de iyi huylu (selim) ve kötü huylu (habis) olmak üzere ikiye ayrılır.

Gırtlağın iyi huylu tümörleri sıklık sırasına göre papillomlar, fibromlar, anjiomlar ve poliplerdir. Papillomlar virüslerle meydana gelirken, ses teli nodülleri sesin kötü kullanılmasından ileri gelir. Bir kısmı da doğuştan beri mevcuttur.

Selim gırtlak tümörlerinin en sık rastlanılan belirtisi ses kısıklığıdır. Gelip geçici veya daimi ses kısıklığı olabildiği gibi bir kısmı ses kısıklığı husule getirmeyebilir. Ağrı çok nadir görülür. Çok büyük tümörler nefes darlığına sebep olabilirler. Tedavileri tümörlerin cerrahi olarak çıkarılmalarından ibarettir. Çıkarılmasalar bile ses kısıklığı ve nefes darlığından başka zararları olmaz.
Gırtlak kanserleri

Gırtlağın habis tümörleri denilince gırtlak kanserleri akla gelir. Kanser dışında habis tümörü varsa da bunların oranı % 1'i geçmez. Gırtlak kanserleri bütün vücud kanserlerinin % 2'sini teşkil eder. Daha ziyade 45-50 yaşları arasında görülür. 20 yaşın altında görülmesi çok nadirdir. Erkeklerde sık görülür. Yaklaşık on erkeğe karşı bir kadında görülür. Hazırlayıcı sebepler arasında ilk sırayı tütün alır. Müzmin iltihaplar, aşırı ses tahrişi, tahriş edici gazlar ve alkolizm diğer sebepler arasında yer alırlar.

Gırtlak kanserlerinin belirtileri erken ve geç belirtiler olarak ikiye ayrılır.

Erken belirtiler
    Kanserin yerleşim yerine bağlı olarak meydana gelen ses kısıklığı, nefes güçlüğü, yutkunurken takılma hissi ve kulağa doğru vuran ağrı. Bunların dışında gırtlakta rahatsızlık hissi, balgam çıkarmada artma, seste ton değişiklikleri, bazen bir gıcık öksürüğü ilk belirtiler olarak karşımıza çıkabilir.

Geç belirtiler
    Nefes darlığı, yutma güçlüğü, iştahsızlık, aşırı zayıflama, öksürük, kanlı balgam, boyun lenf bezlerinin büyümesi, şiddetli ağrılar.

Tedavisi
    Cerrahi tedavi ve şua tedavisi en önemli iki tedavi usulüdür. Gırtlağın cerrahi olarak çıkarıldığı durumlarda hasta ses tellerini de kaybettiğinden, ses rehabilitasyonuyla yuttuğu havayı yemek borusu vasıtasıyla sese çevirerek konuşur. Bunu beceremeyen hastalara tek tonda ses çıkaran elektronik bir aletle yardım edilir. Şahıs bu aleti çene altına dayar ve aletin çıkardığı sesi ağız içinde harflere çevirip konuşur. Son yıllarda teknolojinin ilerlemesi ile bu cihaz korkutucu, rahatsız edici olduğu için ve psikolojik problemler gibi sebeplere neden olduğu için genellikle önerilmemekte ve kullanılmamaktadır. Bunun yerine konuşma kanülü adında valf olan Nefes ve Yemek borusu arasına bir aparat yerleştirilir. Bu aparat hava geçişine izin verir hasta deliği kapatarak konuşur çıkardığı ses ise gırtlak alınmadan önce olan konuşma sesiyle ses tellerinden çıkan doğal insan sesi ile oldukça yakındır.

Erken teşhis edilen gırtlak kanserinde tedavi oldukça başarılıdır. İki haftayı geçmiş her ses kısıklığı vakası veya yukardaki belirtileri gösteren her şahıs hele sigara içiyor ve yaşı 45'in üzerindeyse, muhakkak bir kulak-burun-boğaz doktoruna muayene olmalıdır.

Göğüs

Göğüs ya da toraks, insan ve çeşitli diğer hayvanların anatomik bir parçasıdır. Hayvan ve insanlarda vücudun bir parçası, baş ve abdomen arasında yer alır. Memelilerde sternum, torakal vertebralar ve kaburgalar ile çevrilen ve göğüs boşluğu (torasik kavite) olarak adlandırılan vücut bölümüdür. Boyundan diyaframa kadar uzanır. Kalp, aortun bir bölümü, timus ve akciğerler torasik kavitede yer alır. Torakal kavitede yer alan iç organlar sternum ve kaburgaların oluşturduğu kafeins (göğüs kafesi) koruması altındadır.
Göğüs anatomisi-insanda

İnsanda,göğüs iç organları ve diğer içeriği ile birlikte vücudun boyun ile karın arasında kalan bölümüdür.Göğüs kafesi, omurga ve omuz kuşağı tarafından sarılmış ve çevrelenmiştir. Göğüsün içeriğinde şunlar bulunur:

    Organlar
        kalp
        akciğerler
    Kaslar
        Majör pektoral kas ve Minör pektoral kas pektoral kaslar
        trapezius kası ve boyun
    iç yapıdakiler
        diyafram
        özofagus
        trakea
        xiphoid işlemi
    arter ve venler
        aort
        vena cava superior
        vena cava inferior
        pulmoner arter

İnsan göğüs bölgesinin X ışını altında görünümü

    kemikler
        Humerusun üst kısmını da kapsayacak şekilde omuz yuvası
        skapula
        sternum
        Thoraks omurları
        gerdan kemiği
        göğüs kafesi
        yüzeydeki kaburgalar
    dışardaki yapılar
        meme ucu
        süt bezleri
    toraks karın bölgesi (mide, böbrek,pankreas, dalak ve alt özofagus)

İnsanlarda, göğüsün göğüs kafesi ile korunan bölgesine aynı zamanda toraks da denir. Göğüs ve toraks kelimeleri zaman zaman hatalı olarak birbirinin yerine kullanılır.
Göğüs anatomisi-Diğer hayvanlarda

Dört bacaklı memelilerde, süt bezleri ve meme uçları arka bacaklara yakın konumlanmıştır ve dolayısıyla göğüsün bir parçası değildir. Başka bir deyişle göğüs anatomisinde benzer iç organlar vardır ancak değişik şekilde konumlanmışlardır.
Göğüs yaralanmaları
Göğüs yaralanmaları (aynı zamanda şu şekilde de geçer:göğüs travması, toraksa ait yaralanma, toraks travması) Birleşik Devletlerdeki fiziksel travmalardan ölümle sonuçlananlarının ¼'üne tekabül eder.[1] İnsan vücudunda, göğüs boyun ve diyafram arasında kalan ön bölgedir. Göğüs bölgesinde çok önemli iç organlar bulunur ve göğüs kafesi ile korunurlar.

Göğüs kafesi

Göğüs kafesi, kalp, akciğerler ve büyük damarlar gibi hayati organları çevreleyen ve koruyan çoğu omurgalının göğüs kafesinde vertebral kolona ve sternuma bağlı kaburgaların düzenlenmesidir.

12 omur, 12 çift kaburga, göğüs kemiği ve bunlara bağlı kaslar ile kas kılıflarından oluşan göğüs kafesi, karın boşluğundan diyafram aracılığıyla ayrılır. Solunum sisteminin başlıca organları ve dolaşım sistemi ile sindirim sisteminin bazı bölümleri göğüs boşluğu içinde yer alırlar. Akciğerler, göğüs boşluğunun yan bölümlerinde, kalp ve yemek borusuysa "mediyastin" adı verilen kendi içinde kapalı bir bölüm içinde bulunurlar (mediyastin, bu organlardan başka, kalpten çıkan büyük damarları soluk borusunu, timüs bezini ve bazı sinirleri de içine alır).
İşlevleri

    İçinde bulunan organları korumak
    Omuz kemerini oluşturan kemiklere ve kollara destek olmak
    Solunum sırasında göğüs boşluğunun kasılıp gevşemesini sağlamak

Boyun

Boyun, anatomik olarak kafa ve gövde arasında yer alarak bağlantı görevi gören vücut kısmı.
İnsan boynu anatomisi
İnsan boynu anatomik yapısı (kırmızı ile gösterilen;stylohyoid kası)

Materyal bulunmaktadır. Bunun bozukluğu özellikle servikal disk hastalığına (boyun fıtığı) yol açmaktadır. Boyun kısmında beyinden köken alıp vücuda giden sinirler ve kalpten beyine kan taşıyan büyük damarlar yol almaktadır.
Yumuşak doku anatomisi
Uzun boyunları zürafanın ayırt edici özelliklerinden biridir.

Soluk borusu trakea ön kısmında tiroid dokusu bulunmaktadır. Bu borudaki dışarıdan fark edilen çıkıntı ise thyroid kartilaj (Adem elması) olarak bilinmektedir. Boynun her iki yanında güçlü sternocleidomastoid adeleleri bulunmakta ve boyna ait pek çok girişimde bir marker görevi görmektedir. Çenenin arka kısmına doğru ise güçlü bir damar atılışı rahatça hissedilebilmektedir ki bu beyne yoğun bir şekilde kan taşıyan external carotid arterdir.

Diyafram (kas)

Diyafram, göğüs boşluğunu karın boşluğundan ayıran kasa verilen isimdir.

Kas-kiriş karışımı bir organ olan diyafram, göğüs kafesine bağlıdır. Solunumda görev alır ve çalışması beynin iki diyafram siniri aracılığıyla yönlendirilir. Diyafram, üç delikle yemek borusuna, aorta ve alt ana toplardamara açılır. Diyafram, nefes aldığımızda kasılır ve düzleşir. Nefes verdiğimizde ise gevşer ve kubbeleşir.

Göğüs ve karın boşluğunu birbirinden ayıran diyaframın diğer bir adı da karın kasıdır.

Soluk verirken; diyafram kası yukarı doğru kubbeleşir, göğüs kafesinin hacmi azalır, iç basınç artar ve karbondioksit dışarı verilir.

Soluk alırken; diyafram kası düzleşir, göğüs boşluğunun hacmi artar, iç basınç düşer ve akciğere hava dolar.

Her nefes alıp verdiğimizde diyafram ile birlikte göğüs boşluğu da hareket eder.

Ayrıca diyafram kası çizgili bir kas çeşididir.

Diyafram kası kasıldığında göğüs genişler göğüs boşluğu bir vakum gibi işlev görerek akciğerlere hava dolmasını sağlar. İkinci derecedeki yardımcı kaslar olan omurgalar arasındaki kaslarda genişleyerek ve kasılarak bu nefes alıp verişe yardımcı olurlar. Ayrıca boyun kaslarının da bu fonksiyonda az derece payları vardır. Sadece göğsün üst kısmından akciğerleri çok zorlayarak nefes alıp vermek enerjiyi verimli kullanmada çok sıkıntılı durumlar yaratır. Akciğerlerin kapasitesi tam olarak kullanılamaz. Bu şekilde bir nefes almada 500 -700 cc hava akciğerlere dolar. Diyafram kası, omurga kasları ve boyun kasları tam fonksiyonel kullanıldığında akciğerlere 2500cc - 3000cc hava doldurulur. Bu da akciğerlerin alabildiği en yüksek hava miktarıdır.

Nazofarenks

Nazofarenks, (farenksin nazal bölümü) farenksin en üst kısmıdır. Kafatasının en üst kısmından başlayıp, damağın[1] üst üst yüzeyine kadar uzanır. Nazofarenks sürekli açık olması, farenksin oralve laringeal bölgerdern ayıran en büyük özelliktir.
Anteriyör

Ön kısım, Koana ile nazal bölme arasındaki iletişimi sağlar.
Lateral

Östaki boğrusunun faringeal osityum olarak adlarnırılan bölgenin lateral duvarında, üçgen şekle benzeyen, arkasında katı bir çıkıntıyla bağlanan, torus tubarius veya yastık, mukoz membranın yükselmesiyle kıkırdak yapıda olmasına sebep olmuştur.

Bu iki kat kıkırdağın açılmasıyla ortaya çıkan;

    mukoz mebranın dikey katı, salfingofaringeal kat, torus'un alt kısmına uzanmıştır; Salfinofaringeus kasını da içermektedir.
    ikicil ve küçük kat, salfingopalatin kat, torus'un üst kısmından damağa uzanmıştır. Levator vel patalini kasını da içermektedir. Tensor vel palatini levatora lateraldir ve orijinal kıkırdak doku oluştuğundan beri katlarda payı yoktur.

Östaki boğrusunun osityumunun arkası derin girintilidir.
Posteriyör
Posteriyör duvarın çıkıntısı, en çok çocukluk döneminde belirgindir, lemfoid dokudan oluşmuştur ve faringeal tonsil olarak bilinir. Farengeal tonsil üst kısmında, orta hatta, mukoza düzensiz bir şişe şeklinde bastırılmıştır, bazen kadar oksipital kemiğin oluşum sürecine uzanır; Bu yutak bursa olarak bilinir.

Ses teli

Ses telleri (plica vocalis), gırtlak boşluğunda bulunan, mukoza salgılayan iki zar katmanı. Ses oluşumundan sorumlu ana organlardır.[1]

Sesler, nefes alıp-verme esnasında akciğerlerden gelen havanın, ses tellerini, aralarından geçerken titreştirmesi sonucu oluşur. Bu titreşimlerin frekansı, sesin perdesini belirler.[1] Kadınlarda ve çocuklarda ses telleri kısa ve incedir. Bu nedenle kadın ve çocuk sesleri erkeklere nazaran daha yüksek perdedendir.[1]


Soluk borusu


Soluk borusu (veya nefes borusu ya da trachea) vücutta solunan havanın geçtiği, boru şeklinde bir organdır. Omurgalılarda trakea havanın boğazdan akciğerlere geçişini sağlarken, omurgasızlarda dışarıdaki havayı doğrudan iç dokulara ulaştırır.

Soluk borusu, gırtlağın altındadır, on iki santimetre boyundadır.(Yani çok uzun değildir.) Altıncı boyun omuru hizasında gırtlaktan başlar. Dördüncü sırt omurunda ikiye ayrılarak bronşları yapar. Arkası düz silindirik bir borudur. Arka duvarı zardan, diğer duvarları yarım halka biçiminde üst üste dizilmiş kıkırdaklar, kas ve zardan yapılıdır. Soluk borusunun içini örten mukoza hava ile gelen küçük yabancı cisimlerin dışarıya atılması için, titrek tüylü hücrelerle döşelidir .Bronşlar, soluk borusunun ikiye ayrılmasından doğanlar, soluk borusunun yapısındadırlar, yalnız kıkırdakları daha düzensizdir. Her biri bir akciğere girer, sağ bronş daha kalın, daha kısa, daha diktir; sol bronş daha ince, daha uzun ve daha yataydır. Bronşlar akciğerde ince dalcıklara ayrılırlar. Akciğer, göğüs boşluğunda sağ ve solda iki tanedir. Sağ akciğer, üç sol akciğer iki lobludur. Her akciğer tabanı diyaframda olan birer yarı koni biçimindedir. Dış ve iç iki yüz bir taban bir de tepeleri vardır. Akciğere giren çıkan yapılar iç yüzün ortasından girerler. Buraya akciğer atardamarları, akciğer toplardamarları, akkar yolları ,sinirler girer ve çıkarlar. Bronşlar içi hava ile dolu alveol denen keseciklerde biterler. Bu keseciklerin duvarlarında kılcal damarlar yayılır. Plevra, akciğerin dış yüzü ile diyafrağmanın üst yüzünü arasız örten seröz bir zardır. İç ve dış iki yaprağı arasında plevra boşluğu adı altında nemli ve kaygan boşluk vardır. Böylece, akciğerin solunum sırasında şişip küçülmesi kolaylıkla sağlanmış olur. En iç kısmında epitel doku vardır.
Soluk borusu epitel hücreleri
Soluk borusu epitel hücreleri, burada epitel ve goblet hücreleri bir arada yer alır. Epitel hücrelerinin bir kısmı, sil denilen kirpiksi uzantılar içerir. Goblet hücrelerinin salgıladığı mukus, soluk borusunun iç yüzeyinin kaygan ve nemli kalmasını sağlar. Siller, hem mukusun yayılmasını sağlar hem de toz gibi yabancı parçacıkların akciğerlere kaçmasını önler.


Akciğer

Hava soluyan omurgalılardaki temel solunum organıdır. Soluk alındığında burun ve ağızdan giren hava nefes borusu ve sonrasında bronşlardan geçerek akciğerlere ulaşır. Toplardamarlarla gelen karbondioksitce fazla olan (kirli) kan burada yenilenir. Ayrıca sesin oluşumunda da görevlidir.

Yeni doğanda akciğer, ilk başta parlak pembe renktedir. Zamanla grileşmeye ve yaş geçtikçe koyulaşarak en sonunda neredeyse siyah rengine bürünür. Bu koyulaşmaya solunumla alınan havadaki toz ve öteki maddeler neden olmaktadır. Ayrıca sigara içenlerin akciğerleri içmeyenlere göre daha siyahtır.

Akciğer ile ilgili tıbbi terimler genellikle pulmo- ile başlar. Bu, Latincede "akciğerlerin" anlamına gelen pulmonarius sözcüğünden gelmektedir ki bu sözcük de Yunancada "akciğer" anlamına gelen pleumon ile akrabadır.
Anatomi

Göğüs boşluğunda bulunmakta olup, göğüs kafesi sayesinde korunan akciğerler, koruyucu bir zar olan plevra ile sarılmışlardır. Diyafram kasından birinci kaburganın üstüne, köprücük kemiğinin biraz üzerine kadar yer alır. Yaklaşık olarak koni şekline sahip olan akciğerlerin basis pulmonis adı verilen içbükey alt yüzeyi diyaframın üstüne yerleşiktir; köprücük kemiğinin üstüne kadar uzanan üst yüzeyineyse apex pulmonis adı verilir.[1][2]

Akciğerlerin esnek ve süngerimsi bir yapıları vardır. Biri sağ ve diğeri solda olmak üzere 2 adettir. Sağ akciğer 3 lobdan (parçadan), sol akciğer ise 2 lobdan oluşmuştur. Sol akciğerin bir parçası yerine kalp bulunmaktadır. Bu nedenle sağ akciğer sol akciğerden daha büyük, sağ akciğerin ağırlığı yaklaşık 700 gr. ağırlığındayken, sol akciğer 600 gr. ağırlığındadır.[3]

Atardamar

Atardamar veya diğer adıyla arter, kalpten vücuda kan taşıyan damarlardandır. Pulmoner arter ve umblikal arterler dışında oksijenlenmiş kanı taşırlar.

Memeli canlılarda dolaşım sistemi olmazsa yaşam mümkün değildir. Tam olarak hücrelere oksijen ve besin taşınması fonksiyonun yanı sıra, karbondioksit ve atık ürünlerin taşınması, pH düzeyinin düzenlenmesi ve plazma, protein ve immün sistem akışkanlığının sağlanması vb. fonksiyonlarını yerine getirir. Gelişmiş ülkelerde, başlıca iki ölüm sebebinden biri miyokard infarktüs ve kardiyak arresttir. Her ikisi de damar sisteminin bozulması sonucu oluşan durumdur. (Bkz Arterioskleroz)
Tanım

Arter sistemi, dolaşım sisteminde yüksek basınç ile çalışan sistemdir. Arter basıncı kalp atışları sırasında değişiklik gösterir. Maksimum basınca sistolik basınç, minimum basınca ise diyastolik basınç denir. Basınç değişikliği herhangi bir atardamarın baskılanmasıyla hissedilebilir. Arterler aynı zamanda kanın pompalanmasına yardım ederler. Arterler kanı kalpten vücuda taşırlar. Oksijenlenme için kanı akciğerlere taşıyan pulmoner arterler hariç, tüm arterler gerekli okisjeni kalpten dokulara doğru taşır.
Anatomi

Arterlerin anatomisi makroskopik anatomide, makroskopik seviyesinde ve mikroskop yardımıyla öğretilen mikroskopik olarak ayrılabilir.
Makroskopik Anatomi

İnsan vücudunun arter sistemi; sistemik ve pulmoner olarak ayrılır.
Sistemik Arterler

Sistemik arterler oksijenlenmiş kanı kalpten vücuda taşıyan ve deoksijene kanı da kalbe taşıyan, kardiyovasküler sistemin bir parçasıdır.
Pulmoner Arterler

Pulmoner arterler, kardiyovasküler sistemin parçası olan, deoksijene kanı kalpten alan ve oksijenlenmiş kanı kalbe geri gönderen pulmoner dolaşımın arterlerindendir.
Arter duvarının anatomisi

Tunica externa olarak bilinen en dış katmanı bağdokudan oluşur. Katmanın içi olan tunica media, düz kas ve elsatik dokudan oluşur. En içteki tabaka endotel hücrelerinden oluşmuştur. Kanın aktığı boşluğa lümen denir.
Arter Tipleri
Pulmoner Arterler

Pulmoner arterler vücuttan kalbe dönen kirli kanı oksijenlenmesi için akciğerlere taşıyan atardamarlardır.
Sistemik Arterler

Elestik rölatif bileşenlerine göre ve müsküler doku içinde olan tunica media yanı sıra büyüklüğü ve iç ve dış elastik lamina meydana getiren sistemik arterler müsküler ve elastik olarak iki alt kısma ayrılabilirler. Daha büyük arterler (10>mm çapında) genellikle elastiktir ve(0,1–10 mm) den küçük olanlar kas yapısında olma eğilimindedirler. Sistemik arterler kanı besin alışverişi ve gaz değişimi için arteriollere ve sonra da kaplliere gönderir.
Aort

Aort temel sistemik arterdir. Valf kapağı üzerinde kalbin sol ventrikülünden direkt olarak kanı alır. Sırayla aortun dallarının ve arterlerin dallarının çapları art arda arteriollere dogru küçülür. Aortun ilk kalpalı dalları, kalp kası için kan sağlayan koroner arterlerdir. Bu aortik ark, yani brakiyosefalik atardamar, sol karotis ve sol subklavyen arterlerin kapalı dalları tarafından takip edilmektedir.
Arterioller

Arterioller arterlerin en küçük birimidir. Kalp kasının duvarındaki değişken kasılmayla kan basıncının ayarlanmasına yardımcı olurlar ve kanı kapillere taşırlar.
Kapiller

Kapiller dolaşım sisteminde değişimin olduğu önemli yerlerden biridir. Kapiller, gaz, şeker ve diğer besin çevre dokulara hızlı ve kolay difüzyon yardım etmek için küçük tek hücre çapındadırlar.
Kapillerin Fonksyonu

Kapillerin etrafında düz kas yoktur ve çaplar kırmızı kan hücrelerin çaplarından daha dardır. Bir kırmızı kan hücresi yaklaşık 7 mikrometre çapındadır ve kapiller ise sadece 5 mikrometere çapındadırlar. Bu yüzden kırmızı kan hücreleri kapillerden geçebilmeleri için bükülmek zorundadırlar.

Bu kapillerin küçük çapları, gaz ve besin değişimi için daha büyük yüzey alanı sağlar.
Kapiller Ne Yapar

    Akciğerde, oksijen karbondioksit değişimi
    Dokularda, oksijen, karbondioksit, besin ve atık ürün değişimi
    Böbreklerde, atıkların atılması ve geri emilim
    Bağırsaklarda, besin emilimi, atık ürün atılımı

Patoloji
Kan Basıncı

Sistemik arter basıncı, kalbin sol ventrikülünün kuvvetli kasılmasıyla elde edilir. (Bkz. Kan basıncı)

Sağlıklı dinlenme durumundaki kan basıncı genellikle düşüktür. Bunun anlamı sistemik basınç genellikle 100mmHg'nin altındadır.

Atmosfer basıncına dayanmak ve adabte olmak için, arterler çeşitli kalınlıktaki düz kaslarla çevrelenmişlerdir. Bu kaslar uzayan elastik yapıda ve elastik olmayan bağ dokusuya çevrelenmşitir.

Atım basıncı, yani Sistolik ve Diyastolik basınç arasındaki fark, öncelikle, her kalp atışı, atım hacmi, karşı hacmi ve büyük arterlerin elastikiyetini tarafından çıkarılır ve kan miktarı tarafından belirlenir.

Zamanla, yüksek arteryel kan şekeri (Diabetes Mellitus), lipoprotein kolesterol ve basıncı, sigara kullanımı, ve diğer faktörler,, endotel ve damar duvarları bozulmasına yol açıyor ve ateroskleroza sebep oluyor.
Aterom

Arter duvarındaki bir aterom ya da plak, lipit (kolesterol ve yağ asitleri), kalsiyum ve değişken miktarda lifli bağ dokusu içeren hücre enkazlarının aşırı dercede birikmesidir.
Tarihi

Antik Yunanlar arasında, arterler trakea ya bağlı olan ve dokulara hava taşıması sorlumlulğunda olan hava tutucular olarak düşünülüyordu. Bu arterlerin boş bulunması ölüm sebebiydi.

Orta Çağda, arterlerin "ruhani kan" veya " yaşamsal ruh" diye adlandırılan sıvı taşıdığı gözlemlenmiş ve venlerin içeriklerinden farklı olduğu düşünülmüştür. Bu teori Galen'e geri döndü Orta Çağın sonlarında, trakea ve ligamentler de "arter" olarak tanımlandı.

17. yüzyılda William Harvey dolaşım sisteminin modern konseptini, arter ve venlerin rolünü tanımladı ve basite indirgedi.

20. yüzyılın başlarında Alex Carrel ilk olarak vasküler dikiş tekniğini, anastomoz ve birçok hayvandaki başarılı organ transplantasyonunu tanımladı. Ve böylece, daha önce damarların kalıcı ligasyonu ile sınırlı olan modern vasküler cerrahiye yeni bir kapı aralardı.


Toplardamar

Venler veya toplardamarlar kanı kalbe taşıyan kan damarlarıdır. Venler dolaşım sisteminin bir bölümünü oluştururlar. Oksijen bakımından fakir, metabolizma artıklarını taşıyan, kirli kanın kalbe dönüşünü sağlayan damardır. Derinde bulunan toplardamarlar, kasların arasından geçer. Bu damarlar ve yüzeysel toplardamarlar arasında köprüler bulunmaktadır. Bu oluşumda dolaşımın en fazla zorlandığı bölge bacaklardır.

Toplardamarların genişlemesi, uzaması veya herhangi bir nedenden dolayı tıkanması birer hastalık sebebi olarak sıralanabilir. Tıkanma; pıhtı veya iltihap gibi nedenlerden oluşabildiği (tromboflebit hastalığı) gibi, ur gibi bir oluşumla dışarıdan bir baskı nedeniyle de görülebilir. Genişleme ve uzama; bacak, yemek borusu, erkekte üreme kordonu ve makattaki toplardamarlarda oluşabilir. Bunlara genelce varis denmektedir. Ayrıca toplardamarların içerisinde kanın geriye kaçmasını önleyen kapakçıklar bulunmaktadır.

Ayakta duran bir insanda bacaklardaki toplardamar basıncı en yüksek seviyededir, bacak yukarı kaldırıldığında ise en düşük seviyeye ulaşır. Normal bir durumda, yürümekte olan birisinde basınç başlangıçta hafif bir yükselmeden sonra hemen düşer. Hareket hâli de toplardamarların boşalmasında önemli bir etkendir.[1]
Görevleri

    Vücuttan toplanan kanı kalbe taşırlar
    Karbondioksit bakımından zengin kan taşırlar. (akciğer toplardamarı hariç)
    Vücudun alt kısmındaki toplar damarlarda kanın geri dönüşünü engelleyen tek yönde açılan kapakçıklar bulunur.

Kılcal damar

Kılcal damar veya kapiler vücuttaki en küçük kan damarlarına verilen isimdir. Büyüklükleri yaklaşık 5-10 μm'dir (çapları 0,007 mm ile 0,150 mm arasında değişir). Atardamarlar ile toplardamarları birleştiren kılcal damarlar, dokularla etkileşimi en yoğun olan kan damarlarıdır. Kılcal damar duvarları tek bir hücre tabakasından (endotel) oluşur. Bu tabaka öyle incedir ki oksijen, su ve lipitler gibi moleküller difüzyon ile bu tabakadan geçip dokulara girebilirler. Karbondioksit ve üre gibi zararlı ve atık maddeler de difüzyon ile kılcal damar içindeki kana dağılırlar. Belirli bazı sitokinlerin salınımıyla kılcal damarların geçirgenliği (permeabilite) daha da arttırılabilir.

Ortalama bir insan vücudundaki kılcal damarların toplam uzunluğu yaklaşık 40.000 km'dir. Atar damarlarla toplar damarları birbirine bağlayan, tek sıralı epitel dokudan oluşmuş ince damarlardır. Kan ile doku hücreleri arasındaki madde alışverişini sağlarlar ve kan akışı yavaştır.

Kılcal damarların içerisinde dolaşım hızı ve basıncı düşüktür. Doku hücreleri ile temas halinde olması nedeniyle dokular arası beslenmede büyük önem taşımaktadır. Derinin kızarması veya solmasının nedeni kılcal damarların genişlemesi veya büzülmesi neden olmaktadır. Geçirgenlikleri bozulduğu zaman, doku aralığındaki kanın sıvı kısmına doluşarak ödem oluştururlar. Dayanıklılık bozukluğu sonrası olan yırtımalarda, purpura denilen deride kanama noktaları oluşmaya başlar.

Kılcal damarlar genişlediğinde dokular daha fazla kan toplar ve atardamar ile toplardamardaki kan oranı düşer, diğer bir deyişle tansiyon düşümü olayı meydana gelir. Kılcal damarlar kasıldığındaysa, dokulardaki kan büyük olan damarlara gönderilir ve atardamar ile toplardamarların basıncı artar.[1]

Kaynak ve Dipnotlar

Wikipedia

   





Signing of RasitTunca
[Image: attachment.php?aid=107929]
Kar©glan Başağaçlı Raşit Tunca
Smileys-2
Reply


Forum Jump:


Users browsing this thread: 1 Guest(s)