MUHAMMED

Muhammed


BAYRAK

TC.Bayrak



Welcome, Guest
You have to register before you can post on our site.

Username
  

Password
  





Forum Statistics
Members:» Members: 27
Latest member:» Latest member: Fahriye
Forum threads:» Forum threads: 17,710
Forum posts:» Forum posts: 20,394

Full Statistics Full Statistics

DOWNLOADEN


“Downloaden Bölümümüzden BEDAVA Grafik Paketleri,E-Kitaplar ve Bedava Bilgisayar Programlarını Tek TIKLA BEDAVA indirebilirsiniz”
(Raşit Tunca)




AYET

“Yeryüzüne muhakkak benim iyi kullarım varis olacaktır”
ENBİYA Suresi 105


FELSEFEMiZ

“ iSLAM OKUMAK YAZMAK YADA ÇiZMEK DEĞiLDiR, Yahutta O Hadis şöyle, Bu Ayette böyle diyor Diye Papağanlıkda Değildir. islam Kuranı ve sünneti HAYATINA TATBiK edip, Onunla Yaşayabilmekdir”
(Karoglan Raşit Tunca Sözü)


Raşit Tunca Sözü

“Yüzme bilmek Denizden çıkmana fayda vermez, taaki yüzme biliyorsan, denizedee düştüysen, ellerini, kollarını, ayaklarını çırpacaksın, ve birde tutuncak dal bulacak, tutunup çıkacaksın. ilimde böyledir, bir ilmi bilmek fayda etmez, taaki, onu hayatında tatbik edesiye, Dinde böyledir, din bilmek imanını kurtarmaz, taaki, ne zaman, bildiğin öğrendiğin dinini hayatında tatbik edip, yaşadın, o zaman belki kurtulursun.”
(Karoglan Raşit Tunca Sözü)

GÜZEL SÖZ

“ Bazen Hata Yapıvermek, Doğruyu bulmanın ilk Basamağıdır.
(Başağaçlı Raşit Tunca Sözü)



   

Şemûyel Aleyhisselâm

Dipnot Karoglan : Aslinda Samuel ismail aleyhisselamin latince ve incilde ve tevrattaki ismidir ve Şemûyel diye ayri birisi yokdur benim inancima göre, o, Hz ibrahimin hacerden olma oglu Samuel’dir ve yani ismail aleyhisselam dir vesselam.

Şemûyel Aleyhisselâm

Şemûyel b.Bali[1], b.Alkama[2], b.Yerham, b.Yehu, b.Tehu, b.Savf´dır. [3]

Şemuyel Aleyhisselâm, İsrail oğullarından[4]ve Hârûn Aleyhisselâmın zürriye-tindendi. [5]

Şemuyel Aleyhisselâmın annesi Hanne olup[6] Lâvi b.Yâkub Aleyhisselâmın Hanedanına mensuptu. [7]



Şemuyel Aleyhisselâmın Doğuşu, Peygamber Oluşu Ve Bazı Faziletleri:



İsrail oğulları; bid´atları çoğaltıp günahlarını büyüttükleri zaman Allah´a vermiş oldukları sözü terk ettiler.

Yüce Allah da[8], Gazze, Askalan[9] ve kral idaresi altında bulunan ve Mısırla Filistin arasındaki sahillerde[10] oturan Amâlıka kavmini, onlara musallat etti. [11]

İsrail oğullarının yurdları, çiğnendi; erkekleri, öldürüldü. [12]

Pek çok[13] çocukları, esir edildi. [14]

Esirler arasında kralların oğullarından, dörtyüz kırk çocuk ta, bulunuyordu. [15]

İsrail oğulları, her yıl, Amâlıka hükümetine Cizye ödemek zorunda kaldılar. İsrail oğullarının, Kutsal kitabları olan Tevrat´ları, ellerinden alındı. [16]

Düşmanlarıyla karşılaştıkça, sayesinde, yardıma kavuştukları ve içinde Mûsâ ve Hârûn Aleyhisselâm Hanedanlarından kalan bir takım Mukaddes Emânetler bulunan Tâbûtüssekîne´leri de, Âmâlıkların eline geçti. [17]

İsrail oğulları; düşmanlarıyla savaşırken, yanlarında bulunacak bir Peygamber göndermesini, Allân´dan, dilemeğe başladılar. [18]

Lavi b.Yâkub Aleyhisselâma dayanan[19] Nübüvvet Hanedanından, ancak, hâ­mile bir kadın kalmıştı. [20]

İsrail oğulları içinde iki Hanedan vardı ki: biri Nübüvvet (Peygamberlik) Hane­danı, diğeri de: Hükümdarlık Hanedanı idi.

Nübüvvet Hanedanı: Lavi b.Yâkub Aleyhisselâma dayanan Hanedan olup Mûsâ ve Hârûn Aleyhisselâmlar, onlardandı.

Hükümdarlık Hanedanı da, Yehûza b.Yâkub Aleyhisselâma dayanan Hânedân´-dı ki, Dâvud ve Süleyman Aleyhisselâmlar da, onlardandı. [21]*

İsrail oğulları; Lâvi b.Yâkub Aleyhisselâm Hanedanına mensub olan hâmile ka­dının, bir oğlan çocuğu doğurması hakkında gösterdikleri arzuya bakıp, kız do­ğurduğu takdirde, onu, bir oğlanla değiştirmesinden korkarak, kendisini, bir ev­de göz altında tuttular. [22]

Kadın ise, kendisine, bir oğlan çocuğu ihsan etmesi için, Allâha yalvarıp dur­makta idi.

Oğlan doğunca:

"Allah, duamı, kabul etti." dedi ve ona[23]: Şem´un[24] veya Şemuyel[25], ya da, İşmuyel[26] adını verdi.

Şem´un Aleyhisselâm[27], büyüdü.

Annesi, onu, Tevrat öğrensin diye Beytülmakdis´e teslim etti.

Beytülmakdis Bilginlerinden[28], Salih bir zat olan[29] Şeyh, onu, yetiştirmeyi, üzerine aldı ve oğul edindi. [30]

Şemuyel Aleyhisselâm, erginlik çağına basıp onu, Yüce Allah, İsrail oğullarına Peygamber olarak göndereceği zaman, Cebrail Aleyhisselâm, onun yanına vardı.

Şemuyel Aleyhisselâm, o sırada, Şeyh Babasının yanında uyumakta idi ve Şeyh Babasından başka hiç kimseye güvenmezdi.

Cebrail Aleyhisselâm da, ona, Şeyh Babasının sesiyle: "Ey Şemuyel!" diyerek seslendi.

Şemuyel Aleyhisselâm, korku ve telaşla, döşeğinden fırlayıp Şeyh´ın yanına vardı ve:

"Ey Babacığım! Beni, Sen mi çağırdın " diye sordu.

Şeyh Baba:

"Hayır! Seni, ben çağırmadım!" deyip onu, korkutmak istemedi ve:

"Ey Yavrucuğum! Dön de, döşeğinde uyu!" dedi.

Şemuyel Aleyhisselâm, döşeğinde dönüp uyudu. [31]

Cebrail Aleyhisselâm, ikinci kez gelip Şemuyel Aleyhisselâma aynı şekilde seslendi.

Şemuyel Aleyhisselâm da, yine, aynı korku ve telaşla yerinden fırlayıp Şeyh´in yanına vardı ve:

"Ey Babacığım! Beni, Sen mi çağırdın " diye sordu. [32]

Şeyh Baba:

"Haydi, dön de, döşeğinde uyu!

Ben, seni, üçüncü kerre çağırırsam, bana, cevap verme, aldırış etme!" dedi. [33]

Cebrail Aleyhisselâm, üçüncü gelişinde, Şemuyel Aleyhisselâma görünüp:

"Kavminin yanına git! Onlara, Rabbın tarafından Elçilikle görevlendirildiğini, tebliğ et!

Çünki, Allah; onların içinden, seni, Peygamber olarak göndermiş bulunuyor."

dedi. [34]

Şemuyel Aleyhisselâm, İsrail oğullarının yanına varıp Allah tarafından, kendi­lerine, Peygamber olarak gönderildiğini söylediği zaman, onu, yalanladılar ve:

"Sen, Peygamberliğe özenmekle, acele ettin! Biz, senin sözüne önem vermeyiz.

Eğer, doğru söylüyorsan, Peygamberliğine, bir delil ve alâmet olmak üzere[35], bize, bir hükümdar gönder (tayin et) de, Allah yolunda savaşalım." dediler.

O da, onlara:

"Ya üzerinize bir muharebe farz kılınıp ta, savaşı tutmayıverirseniz " dedi.

Onlar:

"Biz, Allah yolunda ne diye savaşmayalım

Hem yurdlarımızdan çıkarıldık, hem evladlarımızdan (mahrum olduk[36]

Hem de, Cizye´ye mahkûm edildik!" dediler. [37]

İsrail oğullarının işlerinin kıvamı; kendilerinin, ancak, bir hükümdarın başkanlı­ğı altında toplanmalarına ve hükümdarın da, Peygamberi dinlemesine bağlı idi.

Hükümdar, orduyu, sevk ve idare eder, düşmanla savaşırdı.

Peygamber de, hükümdarın işini, yoluna koyar, ona, doğru yolu gösterir ve Yüce Allâh´dan telakkî eylediği haberleri getirirdi. [38]

Şemuyel Aleyhisselâm; İsrail oğullarından, ıtâat, cemâat ve cihad hakkında ke­sin söz aldığı zaman, onlara, bir hükümdar göndermesi için[39], Yüce Allâha düa etti. [40]

Kendisine, bir Asa[41], bir de, içinde başa sürülen yağ bulunan bir boynuz verildi. [42]

"İçinde, başa sürülecek yağ bulunan boynuza, bak! [43]

Boynuzdaki yağ, kaynamağa başlarsa, yanına girecek olan o adam, İsrail oğul­larının hükümdarıdır. Yanına girdiği zaman, yağdan, onun başına sür ve kendisi­ni, İsrail oğullarına hükümdar yap!" denildi. [44]

Şemuyel Aleyhisselâm, İsrail oğullarına:

"İste, Sahibinizin boyunun uzunluğu, bu Asa´nın uzunluğu kadar olacaktır!" dedi. [45]

Bunun üzerine, İsrail oğulları, hemen kendi boylarını, o Asa ile ölçtülerse de, hiç birinin, Asa kadar uzun boylu olmadığı görüldü. [46]

Bünyamin b.Yâkub, b.İshak[47], b.İbrahim Aleyhisselâm soyundan gelen[48], Merkebinin üzerinde su satan Tâlût[49], Merkebini, gayb edince, yollarda, onu, aramağa çıkmıştı. [50]

Tâlût´la uşağı[51], köylerinden çıkıp geceye kadar, Merkeplerini aradılarsa da, bulamadılar.

Aramağa devam ederek İsrail oğullarının şehrine girdiler. Çok ta, acıktılar. [52]

Şemuyel Aleyhisselâmın evine rastladılar. [53] Düşkünler, muhtaçlar, ona sığı­nırlardı. [54]

Tâlût´un uşağı:

"Keski, şu Peygamberin yanına girip Merkebin işini, ona, bir sorsaydık, her halde, o, bize bir yol gösterir ve bu hususta bize hayır düa ederdi." dedi.

Tâlût:

"Olur!" dedi. [55]

Şemuyel Aleyhisselâmın yanına girdiler ve Merkebin yittiğini, ona haber verdiler.

Yağ Boynuzundaki yağ kaynayıp taşmağa başlayınca, Şemuyel Aleyhisselâm, kalkıp[56] sekiz arşın uzunluğundaki[57] Asayı, Tâlût´un boyuna ölçtü. Uzunluğu, tam geldi.

Ona:

"Başını, bana, yaklaştır!" dedi. [58]

Yağ boynuzunu alıp[59] onun başına, Mukaddes yağı sürdü. [60]

"Ey Merkep arayıcısı! Bu, aradığın şeyden, senin için, daha hayırlıdır! [61]

Sen, İsrail oğullarının hükümdarısın! [62]

Seni, İsrail oğullarına hükümdar yapmamı, bana, Rabbım emretmiştir." dedi. [63]

Tâlût:

"Demek, ben, İsrail oğullarına hükümdar olacağım hâ! " dedi.

Şemuyel Aleyhisselâm:

"Evet!" dedi.

Tâlût:

"Sen, benim kabilemin, İsrail oğulları Hanedanları içinde en aşağı seviyede bulunduğunu bilmiyor musun " diye sordu.[64]

Şemuyel Aleyhisselâm: "Evet! Biliyorum!" dedi. Tâlût:

"Sen, benim Ev halkımın, İsrail oğulları Ev halkları içinde en aşağı seviyede bulunduğunu bilmiyor musun " diye sordu.´"´

Şemuyel Aleyhisselâm:

"Biliyorum!" dedi.

Tâlût:

"Pek âlâ! Hükümdarlığıma hangi şey delil ve alrhet olacak " diye sordu.

Şemuyel Aleyhisselâm:

"Senin hükümdarlığına delil, döndüğünde, Merkebi, babanın bulmuş olması­dır!" dedi. [65]

Şemuyel Aleyhisselâm, İsrail oğullarına:

"Gerçekten, Allah, size, hükümdar olarak Tâlûtu, göndermiştir." dedi. [66]

İsrail oğulları:

"Biz, onu, bulamadık!" dediler.

Şemuyel Aleyhisselâm:

"O, Merkeplerin sahibidir!" dedi.

İsrail oğulları:

"Nerededir o " dediler ve aramağa gittiler.

Bulup boyunu, ölçtüler ve ölçüye uygun buldular. Ona:

"Sen, hangi kabiledensin " diye sordular.

Tâlût; onlara, kabilesini, haber verince, kaçtılar, onu, istemediler. [67]

İsrail oğullarının büyükleri, Şemuyel Aleyhiselâmın yanına varıp:

"Tâlût´un bize hükümdarlık edecek ne hali var :

Kendisi, ne içlerinden Peygamber çıkan[68] Peygamber Hânedânındandır[69],

ne de, içlerinden hükümdar çıkan[70] hükümdarlık Hânedânındandır! [71]

Sen de, bilirsin ki: Hükümdarlık ve Peygamberlik, Lavi Hanedanından ve Ye-hûza Hanedanından olur. [72] O, ne Lâvi, ne Yehûza oğullarındandır.

O, ancak, Bünyamin Hânedânındandır. [73]Sen, (onun, Allah tarafından hüküm­dar tayin edildiğini söylemekle) şu âna kadar bundan daha büyük yalan söylemiş değilsin! [74]

Bizler, kral hanedanına mensubuz. [75]

Biz, hükümdarlığa, ondan daha lâyık iken ve ona, maldan da bir bolluk verilme­mişken, nasıl olur da, bizim başımızda, hükümdarlık, onun olabilir !" dediler.

Peygamber:

"Şüphesiz ki: Allah, onu, sizin üstünüze beğenip seçmiştir.

Ona, bilgice, vücudca da, bir üstünlük vermiştir.

Allah, mülkünü, kime dilerse, ona, verirdir.

Allâh(ın rahmeti, ilmi, her şeye yaygın ve lutfu keremi) boldur.

Gerçek Bilicidir." dedi. [76]

Tâlût´a; boyunun uzunluğundan dolayı, Tâlût denilmişti.

Omuzları ve başı, halkın üzerinde görünürdü.

Kendisi, İsrail oğulları içinde, vücudca, en güçlü, kuvvetlisi olduğu gibi, en gü­zel yüzlüsü idi de. [77]

Bilgide, savaşa aid bilgilerde de, herkesten üstündü. [78] İsrail oğulları:

"Yüce Allanın, onu, bizim üzerimize hükümdar yaptığını hangi alametle anla­yacağız " dediler. [79]

Şemuyel Aleyhisselâm, onlara;

"Gerçekten, onun hükümdarlığının açık alâmeti, size, o Tâbût[80]´un gelmesi ola­caktır ki, içinde, Rabbinizden, bir Sekînet ve Mûsâ Hanedanıyla Hârûn Hanedanı­nın metrûkâtından bir bakıyye vardır.

Melekler, onu, yüklenecek (getirecek)lerdir.

Elbette, bunda size bir alâmetfve ibret)vardır eğer, iman etmiş (kimse)lerseniz!" dedi. [81]

Bunun üzerine, İsrail oğulları: "Razı olduk!" dediler. [82]



Tâbût´un Geri Gelişi Ve Tâlût´un Hükümdarlığının Gerçeklenişi:


Âmâlıklar; İsrail oğullarını hezimete uğratmış, ellerinden, Tâbût´u alıp[83] Filis­tin kariyelerinden bir kariyeye[84], Ürdün´e[85] götürmüşler, içinde, taptıkları put bulunan puthânedek[86] en büyük putun[87] ayağının[88] altına koymuşlardı. [89]

Bu put, Amâlikaların putlarının en büyüğü olup altundan yapılmıştı. [90] Böylece, put, yukarıda, Tâbut ta, alta konulmuş bulunuyordu. [91] Ertesi günü, sabaha çıkılınca, put, altta, Tâbut ise, üstte durmakta idi.

Hemen, putu, alttan alıp Tâbût´u, alta, putun ayaklarını da, Tâbutun üzerine koydular.

Fakat, ertesi günü, sabaha çıkınca, pufun eli ve ayakları kırılmış ve Tâbût´un altına atılmış bulundu!

Birbirlerine:

"İsrail oğullarının İlâhına hiç bir şeyin karşı koyamayacağını anladınız değil mi " dediler.

Tâbût´u, puthâneden çıkarıp kariyelerinin bir köşesine koydular. Bu sefer, oradaki halk ta, boyun ağrısına tutuldular, [92] ve: "Bu da, ne !" dediler. [93]

İsrail oğulları esirlerinden orada bulunan ve Peygamberlerin oğulları soyun­dan gelen[94] bir kadın:

"Bu Tâbut, aranızda kaldıkça, hoşlanmadığınız şeylerin başınıza geldiğini, görür durursunuz!

Onu, kariyenizden çıkarınız!" dedi. [95]

Amalıkalar:

"Sen, yalan söylüyorsun!" dediler.

Kadın:

"Sözümün doğruluğuna alâmet: hiç bir vakit sapana koşulmamış olan ve bu­zağıları da, yanında bulunan iki inek getirirsiniz.

Onları, bir arabaya koştuktan sonra, Tâbutu, arabaya koyarsınız, Buzağıları, geride bırakıp İnekleri, sürersiniz.

Onlar, Tâbutu götürürler. Sizin arazinizden çıkıp İsrail oğullarının arazisine va­rınca, boyunduruklarını kırarak dönüp buzağılarının yanına gelirler!" dedi.

Amalıkalar, böyle yaptılar.

İnekler, onların arazisinden çıkıp İsrail oğullarının arazisine varınca, boyundu­ruklarını kırdılar.

Arabayı ve arabanın üzerindeki Tâbutu, İsrail oğullarının biçilmiş ekinlikleri için­de bırakarak buzağılarının yanına geldiler. [96]

Rivayete göre: inekler; İsrail oğullarının biçilmiş ekinliklerine kadar dört Melek tarafından sürülüp götürülmüştü. [97]

Melekler; Tâbût´u, yüklenip halkın gözleri önünde, yer´le gök arasında, Tâlût´-un evine kadar taşıdılar. [98]

Onun hükümdarlığı, böylece kararlaştı ve gerçekleşti. [99]



Kral Tâlût´un Câlût İle Çarpışmağa Gidişi:



Yaşlı, yaşlılığından, Hasta, hastalığından, Âmâ, âmâlığından,

Özürlü de, özründen dolayı olmadıkça, hiç kimse geride kalmamak üzere, Tâ-lût´un askerleriyle birlikte Beyt-i Makdis´ten çıkıp Câlût ile savaşmağa gitmesi, Yüce Allah tarafından Şemuyel Aleyhisselâma emredildiği ve Tâbût´u da, gör­dükleri zaman, İsrail oğulları;

"Bize, Tâbut, gelmiş olunca, o, bu hususta, hiç kuşkusuz, yardım eder!" dedi­ler ve savaşmağa seğirttiler.

Tâlût:

"Binasını, yapıp bitirmeyen bina yapıcısı adam,

Ticaretle uğraşan tüccar,

Üzerinde borç bulunan adam,

Nişanlanmış ve henüz evlenmemiş adam... bana, gerekmez!

Böyleleri, benimle birlikte gitmesin!

Bana, kalbi, her şeyden boşalmış, ferah gençlerden başkası tâbi´ olmasın!" dedi.

Bu şart üzere[100], yâni: yaşlılar, hastalar, özürlüler ve sanatı icâbı, geri kalan­lar dışında, hiç kimse geri kalmaksızın[101]´, seksen bin kişi toplandı. [102]

Çok sıcak bir günde yola çıktılar. [103]

İsrail oğulları, kendileriyle düşmanları arasında su azlığından şikâyet ettiler. [104]

"Biz, susuzluğa, dayanamayız!

Bize, bir ırmak akıtması için, Yüce Allah´a düa et!" dediler. [105]

Şemuyel Aleyhiselâm, Rabb´ine dua etti.

Yüce Allah, onlar için, bir ırmak akıttı. [106]

Bu ırmak: Filistin ırmağı[107], yâhud Ürdün[108], ya da, Ürdünle Filistin arasın­daki tatlı sulu Edma[109], yâhud Ürdün´deki Sehm ırmağı idi. [110]

Amalıkların hükümdarı Câlût; vücudca, insanların en irisi, en güçlü ve en ce­saretlisi olup askerlerinin önünde yürürdü.

Adamları, ancak, onun, düşmanını yenmesinden sonra, yanında toplanırdı. [111]

İsrail oğulları; Câlût´a ve ordusuna bakınca:

"Bu gün, bizim, Câlûta ve ordusuna dayanacak gücümüz yoktur!" dediler. [112]

Tâlût, Şemuyel Aleyhisselâmın emriyle[113], İsrail oğullarına:

"Şüphesiz ki, Allah, sizi, bir ırmakla imtihan edicidir.

İşte, kim, ondan (kana kana) içerse, benden değildir.

Kim, onu, tatmazsa, artık, o, bendendir.

Eliyle, bir avuç alanlar, başka, (onlara, o kadarına müsâade var) dedi.

Derken (ırmağa varır varmaz) içlerinden birazı, müstesna olmak üzere ondan, bol bol içtiler.

Nihayet, o (Tâlût) ve maiyetindeki Mü´minler, vaktâ ki, onu (ırmağı) geçtiler.

(Beri yanda kalan, ırmağı geçemeyenler):

"Bu gün, bizim, Câlût´a ve ordusuna karşı (duracak) takatimiz yoktur!" dediler.

Âhirette, muhakkak, Allâha kavuşacaklarını bilenler (ve itâatla ırmağı geçenler) ise:

"Nice az bir cemâat, daha çok cemaata -Allâhın izniyle- galebe etmiştir. Allah, sabr (ve sebat) edenlerle beraberdir!" dediler. Onlar, Câlût ile askerlerine karşı çıktıkları zaman:

"Ey Rabbimiz! Üzerimize (yağmur gibi) sabr yağdır! Ayaklarımıza, sebat ver! Bu kâfirler güruhuna karşı, bize yardım et!" dediler. [114]

Tâlût´un askerlerinden pek çoğu, Câlûtla karşılaşmaktan korktukları için, ırmak­tan içtiler.

Ancak, su içmeyenler, Tâlûtla birlikte ırmağı geçtiler. [115] Irmağın suyundan, avuçta değil de, kanasıya içenler, susadılar. Avuçları ile içenler ise, suya kandılar ve susamadılar. [116]

Irmağı geçip Câlût ve onun ordusu ile çarpışanların sayısı, Eshab-ı Bedr´in sa­yısı kadar, üç yüz on küsurdu. [117]

Câlût ve askerleri; Tâlûtla ve askerleriyle karşılaşıp[118] birbirleriyle çarpışma­ya hazırlandıkları zaman[119], Câlût, Tâlût´a:

"Benim kavmim ve senin kavmin, ne için öldürülsün Ya sen, karşıma çık, be­nimle çarpış! Ya da, istediğin kimse, karşıma çıkıp benimle çarpışsın!

Eğer, ben, seni öldürürsem, senin mülk ve saltanatın, benim olsun!

Eğer, sen, beni öldürürsen, benim mülk ve saltanatım, senin olsun!" diye ha­ber gönderdi. [120]

Bu teklif, Tâlût´a, çok ağır geldi. [121]

Ordusunun içinde nida ettirerek[122]:

"Kim, Câlût´u, öldürürse, kızımı, onunla evlendireceğim! [123]

Mülk ve saltanatımın[124] ve servetimin[125] yarısını, kendisine bırakacağım! [126]

Mülkümde onun Mührünü de, geçerli kılacağım!" dedi. [127]

Câlût´la çarpışmaktan korkarak hiç bir kimse Tâlût´un dâvetine icabet etmedi.

Bunun üzerine, Tâlût, Şemûyel Aleyhisselâma başvurup onun bu hususta, Al­lah´a düa etmesini istedi. [128]

Yüce Allah, Şemûyel Aleyhisselâma:

"Allah; Câlût´u, filanın oğullarından filanın eliyle öldürecektir!

Câlût´u, öldürecek olanın alâmeti de şu yağ boynuzu, onun başına konulunca, içindeki yağ kaynayacaktır! [129]

İsa´nın oğlu, Câlût´u, öldürecek kimsedir!´

Ben, onu, senden sonra, Halîfe yapacağım..

O, davar çobanıdır.

İsa´ya, söyle: oğullarını, sana, birer birer göstersin!" diye Vahy etti.

Bunun üzerine, Şemûyel Aleyhisselâm, İsa´yı çağırıp kendisine:

"Oğullarını, bana getirip göster! [130]

Yüce Allah, oğullarının içinden birisinin eliyle Câlût´u öldüreceğini, bana Vahy etti!" dedi.

İşa:

"Olur ey Allah´ın Peygamberi!" diyerek[131], oğullarından, her biri direğe ben­zeyen on ikisini getirip Şemûyel Aleyhisselâma gösterdi.

İçlerinde en boylu boslu, güzel yüzlü ve görünüşte, en üstünü ve hoşa gider olanı da, bulunuyordu.

Yağ boynuzu, birer birer onların başları üzerine konulduğu halde, hiç bir şey görülmedi. [132]

Bunun üzerine, Yüce Allah, Şemûyel Aleyhisselâma;

Allah´ın, insanları suretlerine, görünüşlerine göre değil, kalblerinin iyiliğine ve

düzgünlüğüne göre, üstün tuttuğunu, Vahy ile bildirdi. [133] Şemûyel Aleyhisselâm, İsa´ya:

"Senin, bunlardan başka, oğlun var mı " diye sordu. [134] İşa:

"Yoktur!" dedi. [135] Şemûyel Aleyhisselâm:

"Yâ Rab! İşa, kendisinin, başka oğlu bulunmadığını söylüyor!" dedi. Yüce Allah:

"Yalan söylüyor o!" buyurdu. Şemûyel Aleyhisselâm, İsa´ya:

"Rabb´im, senin, yalan söylediğini, bunlardan başka, bir oğlun daha bulundu­ğunu, bana haber verdi!" dedi. [136]

İşa:

"Ey Allah´ın Peygamberi! Doğrudur! Benim, Dâvud adında bir oğlum daha vardır.

Fakat, halkın, onun kısa boyluluğunu ve çelimsizliğini, görmesinden utandı­ğım için, koyunlarımı güttürmek üzere, kendisini, geride bıraktım!" dedi.

Şemûyel Aleyhisselâm:

"Nerededir o " diye sordu.

İşa:

"Filan vadinin filan yerinde[137], filan dağın, filan yerindedir." dedi. [138]

Şemûyel Aleyhisselâm, hemen, o tarafa doğru gitti ve onu, oradaki vadide buldu.

Kendisinin, vadide akan sel sularına ve su biriken çukurlara davarları düşür­memek için, ikişer ikişer taşıyıp geçirmeğe çalıştığını görünce[139]:

"İşte, hiç şüphesiz, budur o! [140]

Hayvanlara, böyle acırsa, o, insanlara, daha çok acır!" dedi.

Yağ boynuzunu, onun başına koyunca, içindeki yağ, kaynamağa başladı. [141]

Demir Tennûr´un içine girince de, vücudu, onu, doldurdu! [142]

Şemûyel Aleyhisselâm; Allah tarafından, kendisine verilen Yağ Boynuzu ile de­mirden yapılmış Tennûr´u, Tâlût´a gönderdi. [143]

Câlût´u, öldürecek olan adamınızın başına, Yağ boynuzu, konulunca, içindeki yağ, kaynayacak, o, yağdan başına sürünecek, süründüğü yağ, yüzüne akma­yacaktır.

Yağ boynuzu, aynı zamanda, onun başında bir Tac şeklini alacaktır. Kendisinin vücudu da, Tennûr´un içine girince, onu, dolduracaktır!" dedi.

Tâlût; İsrail oğullarını, birer birer çağırıp başlarına Yağ boynuzunu koymak ve vücudlarına da, Tennûr´u ölçmek suretiyle deneme yaptı ise de, onlardan, hiç birine uygun gelmedi. [144]

Tâlût; böylece, denemeyi yapıp boşaldıktan sonra, Dâvûd Aleyhisselâmın ba­basına:

"Senin oğullarından, görmediğimiz, geride kalmış olan, var mı " diye sordu. Dâvûd Aleyhisselâmın babası: "Evet! Vardır. Oğlum Dâvûd kaldı. Kendisi, bize yiyecek getirir." dedi. [145]







--------------------------------------------------------------------------------

[1] Taberî-Tarih c.1,s.242, Sâlebi-Arais s.265, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.217, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.5.

[2] Taberî-Tarih c.1 ,s.242, Sâlebî-Arais s.265, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.5.

[3] Taberî-Tarih c.1,s.242, Ebülfida-Elbidaye vennihaye C.2.S.5

[4] ibn.Kuteybe-Maarif s.20

[5] Sâlebî-arais s.265, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.5

[6] ibn.Kuteybe-Maarif s.20

[7] Taberî-Tarih C.1.S.242, Sâlebî-Arais s.263, İbn.Esîr-Kâmil C.1.S.217

M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/163.

[8] Sâlebî-Arais s.262

[9] Sâlebî-Arais s.262, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.5

[10] Sâlebî-Arais s.262, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.217

[11] Taberî-Tarih c.1,s.242, Sâlebî-Arais s.262, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.217, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.5

[12] Taberî-Tarih c.1,s.242

[13] Sâlebî-Arais s.262, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.5

[14] Taberî c. 1,5.242, Sâlebî s.262, Ebülfida C.2.S.5

[15] Sâlebî-Arais s.262

[16] Taberî-Tarih c.1,s.242, Sâlebî-Arais s.262, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.217.

[17] Taberî-Tarih c.1,s.242.

[18] Taberî-Tarih c.1,s.242, Sâlebî-Arais s.263, İbn.Esîr-Kâmil C.1.S.217.

[19] Ebülfİda-Elbidaye vennihaye c.2,s.5.

[20] Taberi c.1,s.242, Sâlebî s.263. İbn.Esîr C.1.S.217, Ebülfida c.1,s,5.

[21] Sâlebî-Arais s.266.

* Lâvi ve Yehuza Hanedanından başka Hanedandan Hükümdar ve Peygamber çıkmamıştı. (İbn.Asâkir-Tarih c.7,s.46)

[22] Taberî-Tarih c.1,s.242, Sâlebî s.263, İbn.Esîr c.1,s.217.

[23] Taberî c.1,s.242, Sâlebî s.263, İbn.Esîr s.217, Ebülfida c.2,s.5.

[24] Taberî-Tarih c.1,s.242.

[25] Sâlebî-Arais s.263.

[26] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.217, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.5.

[27] Taberî-Tarih c.1,s.242.

[28] Taberî-Tarih c.1,s,242, İbn.Esîr-Kâmil c.1s,.217.

[29] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.5.

[30] Taberî-Tarih c.1,s.242, Sâlebî-Arais s.263, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.217.

[31] Taberî-Tarih c.1,s.242, Sâlebi-Arais s.263, İbn.Esir-Kâmil c.1,s.218.

[32] Taberi-Tarih d.s.242, Sâlebî-Arais s.263, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.217-218.

[33] Taberi-Tarih C.1.S.242, İbn.Esîr-Kâmil c.l.s.218.

[34] Taberî-Tarih c.1,s.242, Sâlebi-Arais s.264, İbn.Esîr-Kâmil c.1.s.218.

[35] Taberî-Tarihc.1,s.242.

[36] Bakare: 246.

[37] Taberî-Tarih c.l.s.242.

[38] Sâlebi-Arais s.264.

[39] Sâlebi-Arais s.265.

[40] Taberî-Tarih d,s.242, İbn.Esîr-Kâmil C.1.S.218.

[41] Taberî-Tarih c.1,s.242, Sâlebî s.264, İbn.Esîr-Kâmil c.l.s.218.

[42] Sâlebi-Arais s.264, İbn.Esîr-Kâmil C.1,S.218.

[43] Sâlebi-Arais s.265.

[44] Salebi s.265, İbn.Asâkir-Tarih c.7s.46, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.218.

[45] Taberî-Tarih c.1,s.242, Sâlebî-Arais s.265, İbn.Esır-Kâmil c.1,s.218.

[46] Aynı Kaynaklar.

[47] Salebi s.265, İbn.Asakir-Tarih c.7,s.45, ibn.Esîr c.1,s.218, Ebülfida-Elbidaye vennihaye C.2.S.6.

[48] Sâlebî-Arais s.265. İbn.Asâkir-Tarih c.7,s.45.

[49] Kendisinin Debbağ olup deri dabakladığı da, rivayet edilir. (Mes´ûdi-Murucuzzeheb c.1,s.54-55, Salebi s.265. İbn.Asakir C.7.S.46, İbn.Esir-Kâmil C.1.S.218).

[50] Taberî s.242, Sâlebî s.265, ibn.Asâkir s.47, ibn.Esir s.218.

[51] Taberî s.245, Salebi s.265, İbn.Asâkir-Tarih c.7,s.46.

[52] İbn.Asâkir-Tarih c.7,s.45.

[53] Taberî s.244, Sâlebî s.265, İbn.Asakir-Tarih c.7,s.46..

[54]. İbn.Asâkir-Tarih c.7,s.45.

[55] Sâlebî-Arais s.265.

[56] Sâlebî-Arais s.265, İbn.Asâkir-Tarih c.7,s.46.

[57] İbn.Asâkir-Tarih c.7,s.45.

[58] Şâlebî-Arais s.265.

[59] ibn.Asâkir c.7,s.46.

[60] Sâlebî-Arais s.265, İbn.Asakir-Tarih C.7.S.46.

[61] İbn.Asakir-Tarih C.7.S.46.

[62] Taberî-Tarih c.1,s.244, Sâlebî-Arais s.265, İbn.Asakir-Tarih c.7,s.46.

[63] Sâlebî-Arais s.265, İbn.Asâkir-Tarih c.7,s.46.

[64] Tâlût: Ne içlerinden Peygamber, ne de, hükümdar çıkan iki Hanedandan birisine mensub olmayıp Bünyamin b.Yâkub Aleyhisselâmın soyundan gelen Hanedana mensubdu. (Sâlebî-Arais s.266).

[65] Taberî-Tarih c.1,s.244, Sâlebî-Arais s.265.

[66] Taberî-Tarih c.1,s.242, Sâlebî-Arais s.265-266, İbn Esîr-Kâmil c.1,s.218.

[67] ibn.Asâkir-Tarih c.7,s.45.

[68] ibn.Asâkit-Tarih c.7,s.46, Mîr Hâvend-Ravzatussafa Terceme s.302.

[69] Yâkubi-Tarih c.1,s.49, İbn.Asâkir c.7,s.46, Mîr Hâvend-Ravzatussafa Terceme s.302.

[70] ibn.Asâkir-Tarih c.7,s.46, Mir Hâvend-Ravzatussafa Terceme s.302.

[71] Yâkubî-Tarih C.1.S.49, İbn.Asâkir-Tarih C.7.S.46, Mîr Hâvend-ravza s.302.

[72] ibn.Asâkir-Tarih c.7,s.46.

[73] Yâkubî-Tarih c.1,s.49.

[74] Taberî-Tarih c.1,s.242, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.218.

[75] Taberî-Tarih c.1,s.242-243, Sâlebî-Arais s.266, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.218.

[76] Bakare: 247.

[77] Sâlebî-Arais s.266.

[78] Sâlebî-Arais s.266, İbn.Asâkir-Tarih c.7,s.46.

[79] İbn.Asâkir-Tarih c.7,s.46.

[80] Tâbut ile Mûsâ Aleyhisselâmın Asasının Taberiye gölünün içinde bulunduğu ve Kıyametten önce çıkarılacağı da, söylenir. (Taberî-Tefsir c.2,s.6O9)..

[81] Bakare: 248.

[82] İbn.Asâkir-Tarih c.7,s.47.

M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/163-170.

[83] Taberî-Tarih c.1,s.244, Sâlebî-Arais s.268, İbn.Asâkir-Tarih c.7,s.46.

[84] Sâlebî-Arais s.268, İbn.Asâkir-Tarih c.7,s.47.

[85] Sâlebî-Arais s.268.

[86] Taberî-Tarih c.1,s.244, Sâlebî-Arais s.268, İbn.Asâkir-Tarih c.7,s.47.

[87] Taberî-Tarih c.1,s.244, Sâlebî-Arais s.268.

[88] Mir Hâvend-Ravzatussafa Terceme s.286.

[89] Taberî-Tarih c.1 ,s.244, Sâlebî-Arais s.268, İbn.Asâkir-Tarih c.7,s.47, Mîr Hâvend-Ravzatussafa Terceme s.286.

[90] İbn.Asakir-Tarih C.7.S.47.

[91] Taberî-Tarih C.1.S.244.

[92] Taberî-Tarih c.1,s.244, Sâlebî-Arais s.268.

[93] Taberî-Tarih C.1.S.244.

[94] Sâlebî-Arasi s.268.

[95] Taberî-Tarih c.1,s.244, Sâlebî-Arais s.268.

[96] Taberî-Tarih C.1.S.244.

[97] Sâlebî-Arais s.26.

[98] Taberî-Tarih c.1,s.243, Sâlebî-Arais s.269, İbn.Esir-Kâmil c.1,s.219.

[99] Sâlebî-Arais s.269, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.219.

M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/170-171.

[100] Sâlebi-Arais s.269.

[101] İbn.Asâkir-Tarih c.7,s.48.

[102] Taberî-Tarih c.1,s.243, Sâlebî-Arais s.269, ibn.Esır-Kâmil c.1,s.219.

[103] Sâlebi-Arais s.269.

[104] Sâlebi-Arais s.269.

[105] Sâlebi-Arais .269, İbn.Asâkir-Tarih c.7,s.48.

[106] İbn.Asâkir-Tarih c.7,s.48.

[107] Taberî-Tarih c.1,s.243, ibn.Esîr-Kâmil c.1s.219.

[108] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.219.

[109] Sâlebi-Arais s.269.

[110] İbn.Asâkir-Tarih c.7,s.48.

[111] Taberî-Tarih c.1,s.243.

[112] Taberî-Tarih c.1,s.243.

[113] Sâlebî-Arais s.269.

[114] Bakare: 249-250.

[115] Taberî-Tarih c. 1 ,s.243.

[116] Taberî-Tarih C.1.S.243, Sâlebî-Arais s.269.

[117] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.4,s.29O, Buharî-Sahih c.5,s.5, Sâlebi-Arais s.269, İbn.Asâkir-Tarih c.7,s.49, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.219.

[118] Sâlebî-Arais s.270.

[119] Taberî-Tarih c. 1 ,s.248.

[120] Taberî-Tarih c.1,s.248 , Sâlebî-Arâis s.270.

[121] Sâlabi-Arais s.270.

[122] Taberî c.1,s.248, Sâlebî s.270, ibn.Asâkir-Tarih c.7,s.48.

[123] Taberî C.1.S.245, Sâlebî s.270, ibn.Asâkir c.7,s.48.

[124] Sâlebî-Arais s.245, Sâlebî s.270, ibn.Asâkir c.7,s.48.

[125] ibn.Asâkir-Tarih c.7,s.48.

[126] Sâlebî-Arais s.270, ibn.Asakir-Tarih c.7,s.48.

[127] Taberî-Tarih c.1,s.245, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.22O.

[128] Sâlebî-Arais s.270.

[129] Taberî-Tarih c.1,s.247.

[130] Sâlebî-Arais s.270.

[131] Taberî-Tarih c.1,s.247, Hâkim-Müstedrek c.2,s.585.

[132] Taberî-Tarih c.1,s.247, Hâkim-Müstedrek c.2,s.585, Sâlebî-Arais s.270.

[133] Taberî-Tarih c.1,s.247, Sâlebî-Arais s.270, Mir Hâvend-Ravzatussafa Terceme s.304.

[134] Hâkim-Müstedrek c.2,s.585, Sâlebî-Arais s 270.

[135] Sâlebî-Arais s.270, Mîr Hâvend-Ravzatussafa Terceme s.305.

[136] Taberî-Tarih c.1,s.247, Hâkim-Müstedrek c.2,s.585, Sâlebî-Arais s.270-271.

[137] Aynı Kaynaklar.

[138] Taberî-Tarih c.1,s.247.

[139] Taberî-Tarih c.1,s.247, Sâlebî-Arais s.271, Mîr-Hâvend Ravzatussafa Terceme s.305.

[140] Taberî-Tarih c.1,s.247, Hâkim-müstedrek c.2,s.585, Ravzatussafa Terceme s.305.

[141] Taberî-Tarih C.1.S.247, Sâlebî-Arais s.271.

[142] Sâlebî-Arais s.271.

[143] Taberî-Tarih c.1,s.245, İbn.Esîr-Kâmil C.1.S.220.

[144] Taberî-Tarih c.1,s.245, Sâlebî-Arais s.270, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.22O.

[145] Taberî-Tarih c.1,s.245.

M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/171-176.
   

Hızkıl Aleyhisselâm

Hızkıl Aleyhisselâmın Soyu Ve Künyesi:


Hızkıl[1] b. Bûzi[2], Bûri[3] veya Nûridir[4]

Hızkıl Aleyhisselâmın annesi yaşlanıp çocuk doğurmaz hale geldikten sonra, Yüce Allâh´dan bir oğul dilemiş ve Hızkıl Aleyhisselâm, ihsan olunmuştur.

Bunun için, Hızkıl Aleyhisselâm (İbnül´acûz = Koca Karının Oğlu) diye anılmıştır. [5]



Hızkıl Aleyhisselâmın Peygamber Ve Binlerce Ölünün Dirilişine Vâsıta Ve Şâhid Oluşu:


Hızkıl Aleyhisselâm; İsrail oğulları Peygamberlerinden olup[6] Kâlib b.Yufenna ve oğlunun vefatından sonra, Yüce Allah, onu, İsrail oğullarına Peygamber ola­rak göndermişti. [7]

Bakare sûresinin:

"(Sayıları) binlerce olduğu halde, ölüm korkusuyla, yurdlarından çıkanları, gör­medin mi

Allah, onlara:

"Ölünüz!" buyurdu.

Sonra da, kendilerini, diriltti.

Her halde, Allah, insanlara karşı, fazi (ve inayet) sahibidir.

Fakat, insanların pek çoğu, şükretmezler." mealindeki 243. âyetinin tefsirinde deniliyor ki:

İsrail oğullarından; belâya ve zamanın mihnet ve meşakkatına uğrayan bazı insanlar, uğradıkları belâ ve meşakkatlerden şikâyetlenmişler ve:

"Âh! Ne olurdu, keşke, biz ölmüş olsaydık ta, şu içinde bulunduğumuz şeyler­den, rahata kavuşsaydık!" demişlerdi.

Bunun üzerine, Yüce Allah, Hızkıl Aleyhisselâma Vahy edip:

"Senin kavmin, belâdan çığlık koparıyor.

Onlar, ölecek olurlarsa, rahata kavuşuvereceklerini sanıyor ve arzuluyorlar!

Onlar için, ölmekte hangi rahatlık var

Onlar, benim, kendilerini, öldükten sonra, diriltemeyeceğimi mi sanıyorlar

Filan yerdeki makbere´ye kadar git!

Orada, dört bin ölü bulunmaktadır.

Onların arasında ayağa kalkıp kendilerine seslen!

Onların kemikleri, darmadağın bir haldedir.

Onların kemiklerini, kuşlar ve yırtıcı hayvanlar, dağıtmışlardır!" buyurdu.

Bunun üzerine, Hızkıl Aleyhisselâm:

"Ey kemikler! Yüce Allah, sana, toplanmanı, emrediyor!" diyerek seslenince, kemikler, ölülerden her insanın yanında toplanıverdiler!

Hızkıl Aleyhisselâm, ikinci kez:

"Ey kemikler! Yüce Allah, sana ete bürünmeni emrediyor!" diyerek seslenin­ce, kemikler, hemen ete etten sonra da, deriye bürünüp cesedler haline geldiler.

Hızkıl Aleyhisselâm; üçüncü kez:

"Ey Ruhlar! Yüce Allah, sana cesedlerine geri dönmeni emrediyor!" diyerek seslendi.

Allah´ın izniyle hepsi ayağa kalktılar ve bir kerre tekbir getirdiler. [8] Bu hususta, daha başka ve değişik rivayetler de, vardır. [9]

Nitekim, ölen insanların, yurdlarında çıkan Tâûn´a yakalanmaktan[10] veya Al­lah yolunda savaşmaktan[11] korkup kaçtıkları ve vardıkları yerde öldükleri de ri­vayet edilir. [12]

Hızkıl Aleyhisselâm, İsrail oğulları arasında yirmi yedi yıl kalmıştır. [13]

İsrail oğulları, renkten renge giren, değişik halli bir kavim olduklarından, Hızkıl Aleyhisselâmın emirlerini dinledikleri de, dinlemedikleri de, olurdu.

Hızkıl Aleyhisselâm, onların, bu hallerinden incinip Babil diyarına hicret etti, vefatına kadar, orada kaldı.

Kabrinin, Halle (Hılle) ile Küfe arasında bulunduğu ve Yahudîlerin onun kabri­ne son derecede saygı saygı gösterdikleri söylenir. [14]

Halle: Bağdad´a, üç Fersah uzaklıkta bir kariyedir. [15] Ona ve gönderilen bütün Peygamberlere selâm olsun![16]







--------------------------------------------------------------------------------

[1] İbn.Kuteybe-Maarif s.23, Taberî-Tarih c.1,s.237, Sâlebî-Arais s.250, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.21O, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.3.

[2] İbn.Kuteybe-Maarif s.23, Taberî-Tarih c.1,s.237, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.3.

[3] Sâlebî-Arais s.250.

[4] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.21O.

[5] Taberî-Tarih c.1,s.237, Sâlebî-Arais s.250, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.21O.

M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/129.

[6] Taberî-Tarih c.1,s.237.

[7] Sâlebî-Arais s.250.

[8] Taberi-Tefsir c.2,s.586, Tarih c.1,s.237, Sâlebî-Arais s.252.

[9] Taberî-Tarih c.1,s.237-238, Sâlebî-Arais s.251-252, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.211-212.

[10] ibn.Kuteybe-Maaril s.23, Taberî-Tarih c.1 ,s.237-238, Hâkim-Müstedrek c.2,s.281, Sâlebî-Arais s.252, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.210.

[11] Taberî-Tefsir c.2,s.590, Sâlebî-Arais s.252.

[12] ibn.Kuteybe-Maarif s.23, Taberî-Tarih c.1 ,s.237-238, Hâkim-Müstedrek C.2.S.281, Sâlebî-Arais s.251-252, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.210, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.3.

[13] Yâkubî-Tarih c.1,s.64.

[14] Mîr Hâvend-Ravzatussafa Terceme s.293.

[15] Yâkut-Mûcemülbüldan C.2.S.295.

[16] M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/129-131.


Kuran-ı Kerim'de Ismi Geçen Peygaberlerin Meslekleri

HZ. ADEM (AS): İlk ziraat mühendisi ve çiftçi idi.

HZ. ŞİD (AS): Hallac, kazzaz, nessac = dokumacıların, örücülerin ve mensucat sanayiinin ilk kurucusu idi.

HZ. İDRİS (AS): İğneyi ilk icad eden, ona delik açan, iplik geçiren olduğundan, terzilerin- konfeksiyoncuların- örücülerin piri sayılır.

HZ. NUH (AS): Marangozların, gemicilerin, denizcilerin ve barbarosların piri idi.

HZ. HUD (AS): Tüccar idi. Bütün tüccarların piri sayılır.

HZ. SALİH (AS): Sürülerle develer yetiştirirdi. Sütlerini hem içer, hem de satıp dünyalığını temin ederdi. Salih peygamberin devesi meşhurdur.

HZ. İBRAHİM (AS): Kabeyi yeniden inşa edişiyle, Hz Süleyman (as)'a ve Mimar Sinan'a önderlik etmiştir.

HZ. LUD (AS): Tarihçi idi. Seyyahların, Evliya çelebilerin piridir.

HZ. İSMAİL (AS): Kara ve deniz avcılığı ile geçimini sağlardı. Avcıların piri sayılır. Yetmiş dil bilirdi. Tercümanların da piridir.

HZ. İSHAK (AS): Çoban idi.

HZ. YAKUB (AS): Çoban idi.

HZ. YUSUF (AS): Saati ilk icat eden, toprak mahsulleri ofisini ilk defa kuran, bolluk zamanında depolamayı, kıtlık zamanında halka dağıtmayı düşünen bir peygamberdir.

HZ. EYYÜB (AS): Ziraatcı idi.

HZ. ŞUAYB (AS): Ziraatcı idi.

HZ. MUSA (AS): Çobanlık yapmış ve Hz Şuayb (as)'a hizmetçilik etmiştir.

Bir büyüğe hizmet etmekte peygamber mesleklerinden biridir.

HZ. HARUN (AS): Vezir idi.

HZ. DAVUD (AS): Demiri işleyen, zırh yapan ve düzenli ordular kuran, Calut'un ordularını mağlup eden bir kumandandır.

HZ. SÜLEYMAN (AS): Emir, hükümdar idi. Sazlardan zenbil yapardı. Bakır madenini ilk defa işleyen O'dur.

HZ. ZÜLKİFL (AS): Ekmek pişirirdi, fırıncıların piri idi.

HZ. İLYAS (AS): Dokumacı ve iplikçilerin piri idi.

HZ. YUNUS (AS): Balık avlayıp geçinirdi, balıkçıların piri idi.

HZ. ÜZEYR (AS ): Bahçıvan idi. Meyve ağaçlarını ilk defa aşılayan fidan yetiştiren, budama işlerini insanlara öğretendir. Bağ ve bahçe işleriyle uğraşanların piridir.

HZ. LOKMAN (AS): Doktorluk ve eczacılık mesleğinin piridir.

HZ. ZEKERİYYA (AS): Marangoz idi Müsned, 2/405)

HZ. İSA (AS): Avcı idi. Av aleti ile geçimini temin ederdi. Avcıların piri idi. Aynı zamanda doktorların piridir..

HZ. MUHAMMED (SAV): Küçük yaşlarda çobanlık yapmış, daha sonra ticaretle uğraşmış ve cihadla meşgul olmuştur.
   

Âdem Aleyhisselam

Yeryüzünde yaratılan ilk insan ve ilk peygamber, bütün insanların babası.

Allahü teâlânın emri ile melekler çeşitli memleketlerden topraklar getirdiler. Çeşitli memleketlerden getirilen toprakları melekler su ile çamur yapıp insan şekline koydular. Bu şekilde Mekke ile Taif arasında kırk yıl yatıp “salsal” oldu yani pişmiş gibi kurudu. Önce Muhammed aleyhisselamın nuru alnına kondu. Sonra Muharremin onuncu Cuma günü ruh verildi. Her şeyin ismi ve faydası kendisine bildirildi. Boyu ve yaşı kesin olarak bildirilmedi.

Allahü teâlânın emri ile bütün melekler Âdem aleyhisselama karşı secde ettiler. Uzun zaman meleklerin hocalığını yapmış olan İblis, kibirlenip bu emre karşı geldi ve Âdem aleyhisselama karşı secde etmedi. “O çamurdan yaratıldı, ben ise ateşten yaratıldım. Ondan üstünüm.” iddiasında bulundu. İblis (şeytan) kendini üstün görüp, kibirlenerek Allahü teâlânın emrine uymayınca gadab-ı ilahiyyeye uğradı ve Cennet’ten kovuldu.

Âdem aleyhisselam kırk yaşındayken Firdevs adındaki Cennet’e götürüldü. Cennet’te bulunduğu sırada veya daha önce Mekke dışında uyurken sol kaburga kemiğinden hazret-i Havva yaratıldı. Allahü teâlâ onları birbirine nikâh etti. Cennet’te yerleşmelerini ve Cennet’in meyvelerinden dilediklerini yemelerini bildirdi. Fakat Cennet’te bulunan bir ağaç için, “Bu ağaca yaklaşmayın, bu ağaçtan yemeyin.” buyurdu.

Âdem aleyhisselam ve Havva validemiz, Cennet’te bin yıl kadar yaşayıp, İblisin yalan yeminine inanarak yasak edilen ağacın meyvesinden unutarak önce hazret-i Havva, sonra Âdem aleyhisselam yedikleri için Cennet’ten çıkarıldılar. Âdem aleyhisselam Hindistan’da Seylan (Serendib) Adasına, Havva ise, Cidde’ye indirildi. Birbirlerinden iki yüz sene müddetle ayrı kalan Âdem aleyhisselam ve hazret-i Havva bu müddet içinde ağlayıp yalvardıktan sonra tövbe ve duaları kabul oldu. Hacca gelmeleri emrolundu.

Arafat Ovasında hazret-i Havva ile buluştu. Kâbe’yi inşa etti. Her sene hac yaptı. Arafat Meydanında veya başka meydanda kıyamete kadar gelecek çocukları belinden zerreler halinde çıkarıldı. “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye soruldu. Hepsi; “Bela = Evet!” dediler. Sonra hepsi zerreler haline gelip beline girdiler. Buna “Ahd-ü-Misak” ve “Kalu Bela” denildi. Âdem aleyhisselam ve hazret-i Havva daha sonra Şam’a geldiler. Burada yirmi defa ikiz evladı oldu. Bir defa da yalnız Şit aleyhisselam oldu. Neslinden kırk bin kişiyi gördü.

Oğullarına ve torunlarına peygamber olarak gönderildi. Cebrail aleyhisselam kendisine on iki defa geldi. Kendisine on suhuf (forma) kitap verildi. Bu kitapta; iman edilecek hususlar, çeşitli diller ve lügatler, her gün bir vakit namaz kılmak, gusül boy abdesti almak, oruç tutmak, leş, kan, domuz eti yememek, tıb, ilaçlar, hesab, geometri gibi şeyler bildirildi. Ayrıca fizik, kimya, tıb, eczacılık, matematik bilgileri öğretildi. İbrani, Süryani ve Arap dillerinde kerpiç üstüne çok yazı yazıldı.

İlk insanlar, bazı tarihçilerin zannettiği gibi ilimsiz, fensiz, görgüsüz, çıplak ve vahşi kimseler değildi. Bugün Asya, Afrika çöllerinde ve Amerika ormanlarında tunç devrindekilere benziyen vahşiler yaşadığı gibi, ilk insanlarda da bilgisiz basit yaşayanlar vardı. Bundan dolayı ne bugünkü, ne de ilk insanların hepsi için vahşidir denilemez. Hazret-i Âdem ve ona inananlar şehirlerde yaşarlardı. Okuma-yazma bilirlerdi. Demircilik, dokumacılık, çiftçilik, ekmek yapmak gibi san’atları vardı. Altın üzerine para dahi basılmış, maden ocakları işletilip, çeşitli aletler yapılmıştı.

Âdem aleyhisselamın hiç sakalı yoktu. İlk sakalı çıkan Şit aleyhisselamdır. Hazret-i Âdem çok güzeldi. Siyah saçlı ve buğday tenliydi. On bir gün hasta yatıp, bir Cuma günü vefat etti. Âdem aleyhisselam vefat edince, Cebrail aleyhisselam bir gömlek giydirdi. Şit aleyhisselama yıkamayı öğretti. Yıkayıp kefenlediler.

Hadis-i şerifte buyruldu ki:
“Âdem aleyhisselam vefat edince, melekler üç defa su ile yıkadılar. Onu defnettiler. Sonra çocuklarına dönerek, (Ey âdemoğulları! Ölülerinize böyle yapınız) dediler.”

Şit aleyhisselam imam olup cenaze namazını kıldırdı. Âdem aleyhisselamın kabri; Kudüs’te, Mina’da, Mescid-i Hif’te veya Arafat’tadır. Hayatını bildiren rivayetler birbirinden farklıdır.

Hazret-i Âdem, Allah’a ilk hamd ve ilk tövbe edendir. Seçilmişlerin ilki, yeryüzünde Allahü teâlânın ilk halifesidir.

Birçok mucizeleri vardır. Bunlardan bir kaçı şöyledir:
Yırtıcı, vahşi hayvanlarla konuşurdu. Susuz dağ ve taşlara elini vurunca, pınarlar fışkırır, temiz sular akardı. Eline aldığı ufak taşlar, yüksek sesle Allahü teâlâyı zikrederdi.

Âdem aleyhisselamın yaratılması, Cennet’te kalması, Cennet’ten çıkarılarak yeryüzüne indirilmesi, Kur’an-ı kerimde çeşitli âyet-i kerimelerde bildirilmiştir
   

Şit (Şis) Aleyhisselam

Âdem aleyhisselamdan sonra gönderilen peygamber. Âdem aleyhisselamın oğludur. Âdem aleyhisselamın oğullarından Hâbil ile Kâbil arasında çıkan anlaşmazlık netîcesinde Kâbil, Hâbil’i öldürünce, Allahü teâlâ, hazret-i Âdem’e, Hâbil’e karşılık ihsân olarak, yeni bir oğul verdi. Âdem aleyhisselamın bütün çocukları ikiz olarak doğduğu hâlde, Şit aleyhisselam tek doğdu. Şit adı verilen yeni oğlun ismi İbrânice olup, Arapça karşılığı “Allah’ın hîbesi” mânâsınadır. İsmine “Şis” de denilmiştir.

Âdem aleyhisselamın oğullarından Kâbil, Hâbil’i şehit ettikten sonra doğmuş olan Şît aleyhisselam, son peygamber Muhammed aleyhisselamın nûrunu alnında taşıyordu. Bu sebeple Âdem aleyhisselam onu pek fazla seviyordu. Bütün evlâdı üzerine onu reis yaptığı gibi, vefat edeceği sırada da bütün yeryüzünün halîfeliğine onu tâyin etti. Bu hususta vasiyette bulundu. Ayrıca ilâhî sırları bildirip, bütün ilimleri öğretti.

Peygamber efendimizin nûruyla ilgili olarak oğlu Şît aleyhisselama şöyle vasiyyet etti: “Oğlum! Alnında parlayan bu nûr, son peygamber olan Muhammed aleyhisselamın nûrudur. Bu nûru mümin, temiz ve afif hanımlara teslim et ve oğluna da böyle vasiyet et.”

Şit, bu vasiyet üzerine sâlihâ bir kızla evlendi. Sonra evlâtlarına da böyle vasiyet ettiler. Onlar da bu vasiyete uyup öylece devâm ettiler.

Âdem aleyhisselamın vefatından sonra, Allahü teâlâ, Şit aleyhisselama peygamberlik verdi. Elli sayfa (forma) küçük kitap indirdi. Bu kitaplarda hikmet ilmi, matematik, sanâyi bilgileri, kimyâ ilmi ve daha birçok şeyler bildirilmişti.

Şit aleyhisselam zamânında insanlar çoğalıp, her tarafa yayıldılar. Onlara Allahü teâlânın emirlerini bildirip îmân etmeye çağırdı.

Şit aleyhisselamın dîninin esasları, Âdem aleyhisselamın bildirdiği dînin esaslarına uygundu. Şit aleyhisselam ekseriyâ Şam’da ikâmet edip, insanlara, Allahü teâlâya îmân etmeyi ve emirlerine uymayı bildirerek tebliğ vazîfesini yaptı. Bin şehir kurup, hudutlarını tespit etti. Şit aleyhisselamın çocukları ve torunları îmâr ettikleri şehirlerde yaşayıp, Allahü teâlâya ibâdet ve tâatle meşgul oldular. Gâyet huzurlu bir hayat sürdüler. Aralarında düşmanlık buğz ve haset yoktu. Kötülüklerden, haramlardan ve isyândan uzak dururlardı.

Şit aleyhisselam, Şam’dan Yemen tarafına gidip, azgın ve sapık bir hâlde yaşayan Kâbil’in oğullarını Allahü teâlâya îmân ve ibâdet etmeye dâvet etti. Fakat bu kavim, Şit aleyhisselamın dâvetini kabul etmeyip, sapıklıklarında ısrâr ettiler. Şit aleyhisselam, onlarla savaş yaptı. Bu savaşta kılıç kullandı. İlk kılıç kullanan odur. Yemendeki bu azgın kavmin bir kısmını kılıçtan geçirdi, bir kısmını da esir aldı. Babası, Âdem aleyhisselamla veya kardeşleriyle Kâbe’yi balçık çamuru kullanarak taştan yaptı.

Son peygamber olan Muhammed aleyhisselamın nûru Şit aleyhisselamdan onun oğlu Enûş’a geçti. Şit aleyhisselam, oğlu Enûş’a, babası Âdem aleyhisselamın, Muhammed aleyhisselamın nûruyla ilgili olarak kendisine yaptığı vasiyeti yaptı ve Enûş’u yeryüzüne halîfe tâyin ederek vefat etti. Ömrünün dokuz yüz on iki veya dokuz yüz elli yâhut da dokuz yüz sene olduğu rivâyet edilmiştir. Peygamberliğininse, iki yüz seksen iki veya iki yüz on iki yâhut da iki yüz kırk iki sene olduğu rivâyet edilmiştir.

Şit aleyhisselamdan sonra, çoğalarak yeryüzüne dağılan insanlar, zamanla doğru yoldan uzaklaşıp, çok azgınlık gösterdiler. Allahü teâlâ onlara İdrîs aleyhisselamı peygamber olarak gönderdi.

Şit aleyhisselam Âdem aleyhisselamın öteki evlâtlarının hepsinden güzel ve fazîletliydi. Sûret ve sîrette yâni hâl ve yaşayışta tıpkı babasına benzediği için Âdem aleyhisselam onu diğer evlâtlarından çok severdi
   

İdris Aleyhisselam

Kur’ân-ı kerîm’de ismi geçen peygamberlerden. Şit aleyhisselamın torunlarındandır. Asıl ismi Ahnûh veya Hanûh’tur. Kur’ân-ı kerîm’de İdrîs diye bildirildi. Kendisine peygamberlik, hikmet ve sultanlık verildiği için “Müselles bin-Ni’me” (kendisine üç nîmet verilen) de denilmiştir. Babasının adı Yerd, annesinin adı Berre veya Eşvet’tir. Bâbil’de veya Mısır’da Mûnif denilen yerde doğduğu rivâyet edilmiştir. Kendisine otuz suhuf (forma) kitap verildi. Diri olarak göğe kaldırıldı.

Âdem aleyhisselamdan ve Şît aleyhisselamdan sonra insanlar maddeten ve mânen bozuldular. İdrîs aleyhisselam, içinde yaşamış olduğu, Kâbil’in evlâdından bir topluluğa peygamber olarak gönderildi. Her türlü isyân, kötülük ve günâhın işlendiği bu topluluğa Allahü teâlânın emir ve yasaklarını bildirdi ve Allahü teâlâya kulluk etmeleri gerektiğini sabırla anlattı. Allahü teâlâ ona otuz sayfa (forma) kitap gönderdi. Cebrâil aleyhisselam dört defâ gelerek Allahü teâlânın emir ve yasaklarını tebliğ etti.

İdrîs aleyhisselam, kavmine kendisinden sonra gelecek peygamberleri, Muhammed aleyhisselamın vasıflarını bildirdi. Kendisinden sonra gelecek olan Nûh Tûfânını ve Âhir zaman peygamberi Muhammed aleyhisselamı bütün tafsilâtıyla anlattı. Peygamber olduğunu ispat eden birçok mucizeler gösterdi. Fakat kendisine kavminden pek az kimse itâat etti, pek çoğu ise karşı geldi. Bunun üzerine İdrîs aleyhisselam yaşamış olduğu Bâbil diyârından Mısır’a hicret etti. Kendisine îmân edenlerle birlikte burada yerleşti. Allahü teâlâ ona yetmiş iki lisanla konuşmayı nasib etti. Her kavmi kendi lisanıyla hak dîne dâvet etti. Harp âletleri yapıp, kâfirlerle cihâd etti.

İnsanlara şehir kurmak sanatını ve idârecilik ilmini öğretti. Yüz şehir kurdu. Bunların en küçüğü Diyarbakır yakınında bulunan Rehâ şehridir. Her millet de öğrendikleri bu kâidelere göre kendi bölgelerinde pekçok şehirler kurdu.

İnsanlara muhtelif ilimleri de öğretti. Pekçok kimseye hikmet ve riyâziye (matematik) dersleri verdi. Fen ilimleri, tıp ve yıldızlarla alâkalı ince ve derin meselelerden bahsetti. Allahü teâlâ ona göklerin terkiplerini, neden meydana geldiklerini, yıldızlarla alâkalı derin bilgileri, senelerin sayısını ve hesâb ilmini öğretti. İdrîs aleyhisselam kavmine kalem ile yazı yazmasını, iğne ile dikiş dikmesini öğretti. Öğrettiği ilimler, Allahü teâlânın bildirmesi ile oldu. Yoksa insanoğlunun aklı ve zekâsı, sâdece araştırma yoluyla bu bilgilere ulaşamazdı. Eski Yunanlılar ve daha sonra gelen filozoflar, fizik, kimyâ ve tıb bilgilerini İdrîs aleyhisselamın kitâbından aldılar.

İdrîs aleyhisselam, uzun seneler insanları hak dîne dâvet etti. Yeryüzünün meskûn yerlerini dört bölgeye ayırıp herbirine bir vekil tâyin etti. Bir müddet sonra Aşûre gününde göğe (semâya) kaldırıldı. Dünyâda yaşadığı ömrünün sonuna doğru ölüm meleği Azrâil aleyhisselam, İdrîs aleyhisselamı ziyârete geldi. İdrîs aleyhisselam, Azrâil’e: “Bir anlık benim rûhumu al.” dedi. Bunun üzerine Allahü teâlâ, Azrâil aleyhisselama; “Onun rûhunu al!” diye vahyetti. Azrâil aleyhisselam rûhunu aldı. Allahü teâlâ, İdrîs aleyhisselamın rûhunu tekrar iâde etti. İdrîs aleyhisselam, Azrâil aleyhisselama; “Beni semâlara götür. Cennet’i ve Cehennem’i göreyim.” dedi. Allahü teâlâ, Azrâil’e onu semâya götürmesini, Cehennem’i ve Cennet’i göstermesini vahyetti. İdrîs aleyhisselama Cehennem gösterildi. Cennet’e götürüldü. Cennet’e girince, çıkmak istemedi. Kendisine; “Niçin çıkmıyorsun?” diye sorulunca; “Allahü teâlâ, «Her nefis ölümü tadacaktır.» buyurdu. Ben ise ölümü tattım. Yine Allahü teâlâ, «Herkes Cehennem’e uğrayacaktır.» buyurdu. Ben oraya uğradım. Allahü teâlâ, «Onlar oradan (Cennet’ten) çıkmayacaklardır.» buyurdu. İşte ben bunun için Cennet’ten çıkmak istemem.” dedi. Bunun üzerine Allahü teâlâ, Azrâil’e vahyedip, İdrîs aleyhisselamın Cennet’te kalmasını bildirdi. İdrîs aleyhisselam böylece Cennet’te kaldı. Bu husus Kur’ân-ı kerîm’de Meryem sûresi 57. âyet-i kerîmesinde meâlen; “Biz onu yüksek bir mekâna kaldırdık.” buyrulmak sûretiyle bildirilmiştir. Tefsir âlimleri âyet-i kerîmede bildirilen “yüce mekân”dan murâdın, peygamberlik ve Allahü teâlâya yakınlık mertebesi veya Cennet veya altıncı, yâhut dördüncü kat semâ olduğunu bildirmişlerdir.

Nitekim Buhârî ve Müslim’de bildirilen hadîs-i şerîfte, Peygamberimiz aleyhisselam Mîrâca çıktığı zaman, hazret-i İdrîs’i dördüncü kat semâda gördüğünü bildirmiştir. İdrîs aleyhisselam diri olarak göğe çıkarılınca, onu çok sevenler, ayrılık acısına dayanamadılar. Hatırlamak için resmini yaptılar. Daha sonra gelenler bu resmi tanrı sandılar, çeşitli heykeller yapıp tapıldı. Böylece putperestlik meydana çıktı.

İdrîs aleyhisselam, ağaçların yapraklarının sayısını bilirdi. Duâ ederken (Bî adedil-evrâk) “Ağaçların yaprakları kadar” diyerek tesbih okurdu. Yıldızlara âit ilmi bilirdi. Kavmini îmâna dâvet ettiği zaman, yıldızların heyeti, durumu ve diğer husûsî hâllerini açıklamasını istediler. İdrîs aleyhisselam bunu geniş olarak haber verdi. Yıldızların durumunu anlattı. Bunun için “nücûm ilmi” hazret-i İdrîs’den kalmıştır, denir. Melekler grup grup onun ziyâretine gelip görünürlerdi. Her birinin ismini, vazîfesini, tesbihini bilirdi. Havada uçup giderlerken onları görürdü. Gökyüzündeki bulutlara dağılmalarını emrettiği zaman dağılırlar ve dile gelip onunla konuşurlardı. Bunlar Allah’ın İdrîs aleyhisselama verdiği mucizelerdir.

İdrîs aleyhisselamın hikmetli sözlerinden bâzıları şunlardır:
“Akıllı kimsenin rütbesi yükseldikçe, tevâzûsu (alçak gönüllülüğü) artar.”

“Câhil, mertebesi yüksek olsa da, basîret ehlini hakîr ve aşağı görür.

“Dostlar arasındaki hakîkî sevgi, içinde bir menfeat temin etme ve kendisinden bir zararı def etme düşüncesi olmayan sevgidir.”

“İnsanda bulunan en fazîletli cevher, akıldır. Sâhibini pişman ettirmeyen en kıymetli şey sâlih ameldir.”

“İyi hasletlerin en üstünü; kızgınlık hâlinde doğruluk, sıkıntı hâlinde cömertlik, cezâ vermeye gücü yettiği hâlde affetmektir.”

Kur’ân-ı kerîm’in Meryem, Enbiyâ sûrelerinde İdrîs aleyhisselamla ilgili haberler verilmiştir
   

Nuh Aleyhisselam

İdris aleyhisselamdan sonra gönderilen peygamberlerden. Allah korkusundan dâima ağladığı için adına, çok ağlayan, inleyen mânâsına gelen “Nuh” denilmiştir. İdris aleyhisselam insanlara peygamber olarak gönderilip onlara doğruyu gösterdikten sonra diri olarak göke kaldırıldı. Onun göke kaldırılmasından sonra insanlar doğru yoldan ayrıldılar. Onu çok sevenler ayrılık acısına dayanamadılar. Resmini yapıp seyrettiler. Daha sonra gelenler, bu resimleri tanrı sandılar ve çeşitli heykeller yapıp, tapmaya başladılar. Böylece insanlar arasında putperestlik meydana çıktı. İnsanlar putlara tapmaya başladıktan sonra, gün geçtikçe aralarında, zulüm, zorbalık, fitne, ahlâksızlık gibi kötülükler artıp yayıldı.

Hazret-i Nuh, böyle bir cemiyet içinde çocukluğundan beri doğru yolda bulunan, Allahü teâlâya ibâdet eden sâlih bir kul idi. Sulama işleriyle, çiftçilikle, hayvan yetiştirmekle, marangozluk ve ev inşasında çalışıyordu. Doğru yoldan ayrılmış olan insanların kötülüklerinden de tamâmen uzak duruyordu. Elli yaşında iken, Allahü teâlâ, onu insanlara peygamber olarak gönderdi. Kendi zamânında yaşayan bütün insanlara Peygamber olarak gönderilen Nuh aleyhisselam, ömrünün sonuna kadar insanları Allahü teâlâya îmân etmeye, O’nun emirlerine uymaya, dâvet edeceğine söz (misak) verdi. Ona yeni bir din ve kitap verilmeyip, kendinden önceki peygamberlerin dinlerindeki hükümleri dokuz yüz elli sene insanlara bildirdi, onları hidâyete çağırdı. Peygamber olarak gönderildiği insanlar Kur’ân-ı kerîmde; puta tapan, günahkar, kötü ve kalpleri kararmış bir millet olarak vasfedilmektedir. Kur’ân-ı kerîmde meâlen; “Muhakkak ki biz, Nuh’u (aleyhisselam) kavmine resûl olarak gönderdik” (A’râf sûresi: 59) buyrulmaktadır.

Nuh aleyhisselam kavmine kendilerine peygamber olarak gönderildiğini, putlara tapmaktan, haksızlıktan ve zulümden vazgeçip, Allahü teâlâya îmân edip, O’nun emirlerine uymalarını bildirdi. Fakat zulüm ve zorbalığa alışmış ve başkalarını tahakküm altına almak isteyen insanlar inanmadılar ve ona düşman oldular. Nuh aleyhisselam onlara nasihat ederek: “Ben size doğru yolu göstermek, zulmü kaldırıp, adâleti yaymak için Allah tarafından gönderildim. Herkesin putlara tapmaktan vaz geçip bir olan Allah’a ibâdet etmesini, kulluk yapmasını bildiriyorum” dedi. Kavmiyse bu davete inanmayarak emirlerine uymamakta ve sapıklıklarında ısrar ediyordu. Çok az kimse îmân etmişti. Fakat Nuh aleyhisselam tebliğ vazifesini yapıp, kavmini yılmadan, yorulmadan devamlı sûrette Allah’a îmân ve kulluk etmeye çağırıp, isyan ederlerse azâba yakalanacaklarını bildiriyordu. Kavmi ise bu dâvete uymadıkları gibi, Nuh aleyhisselamı kendilerine doğruyu, hakkı anlatırken dinlememek için parmakları ile kulaklarını tıkıyorlar, onu görmemek için elbiseleriyle başlarını kapatıyorlardı. Bir taraftan da ona inananlara zulüm ve işkence yapıyorlardı.

Hazret-i Nuh’un dâveti, günden güne uzaktan yakından duyuluyor, her yerde ondan bahsediliyordu. O’na îmân etmeyenlerse bundan endişe duyuyor ve düşmanlıklarını safha safha artırıyorlardı. Nuh aleyhisselam gittikçe azan kavmine“Ben size zor ve güç bir teklif yapmıyorum. Puta tapmaktan vazgeçip Allahü teâlâya ibâdet ediniz. Sizlerin herbir grubu başka bir gruptan korkuyor zulüm görüyorsunuz ve zulmediyorsunuz. Allah’tan korkunuz zulmedenlerden ve mazlumlardan olmayınız.” diyordu.

Yıllar sürüp gidiyor, Nuh aleyhisselam ise tebliğ vazifesini devamlı olarak yapıyordu. Çok az kimse îmân etmişti. Diğer insanlarsa iş sâhibi zorbalar, kötü işlerle uğraşan kimseler veya düşkünlük içinde hayat süren zelil, esir ve muhtaç kimselerdi. Her geçen gün daha bedbahtlaşan bu insanlar, bir türlü fitne, fesat ve sapıklıktan el çekmiyorlardı. Nuh aleyhisselam böylesine düşmüş olan insanlara acıyor şefkat ve sabırla onları kurtarmaya çalışıyordu. Onlar ise bunu idrak edemeyip karşı çıkıyorlar, hazret-i Nuh’u taşa tutuyorlar, onu şehirden kovuyorlar, evini harap ediyorlar, sapıklıkla itham ediyorlardı. Bir türlü kötülüklerini anlayıp, azgınlıktan vazgeçmiyorlardı. İsyanları sebebiyle Allahü teâlâ onlara gadap etti. Senelerce yağmur yağdırmadı. Malları, hayvanları helak oldu. Bağları bahçeleri kuruyup, servetleri kayboldu, nesilleri kesildi. Son derece muhtaç ve fakir hâle düştüler.

Onların bu hâli karşısında Nuh aleyhisselam; “Ey kavmim başınıza gelen bunca belâlar günahlarınız sebebiyledir. Putlara tapıp, Allah’a ibâdet etmekten kaçındığınız için Allahü teâlâ size gadap etti. Bu sebeple yağmurlar kesildi. Büyük sıkıntılara düştünüz. Ama Rabbinizden günahlarınızın bağışlanmasını isteyin, sizi affedip üzerinize rahmet yağmuru göndersin. Size mallar ve evlatlar ihsan ederek imdat etsin. Nihâyet bir gün ölüp kabre gireceksiniz. Rabbiniz sizi bir müddet kabirde beklettikten sonra diriltecek ve amellerinizin cezâsını ve mükâfâtını verecek...” diyerek daha birçok husûsu iyice anlatıp onlara ehemmiyetle nasihat etti. İsyandan vaz geçmezlerse daha ağır azaplara düşeceklerini bildirdi.

Nuh aleyhisselam ve bildirdiklerine inanmayıp putlara tapmakta ısrar eden azgın millet “Ey Nuh gerçekten bizimle çok mücâdele ettin, bunda da çok ısrarlı davrandın. Bu işe başladığın gündenberi bizi devamlı olarak azapla korkutup durdun. Artık sözünde doğru isen şu azâbı getir de görelim. Artık ne olacaksa olsun.” diyerek onun nasihatlarını ve dâvetlerini hiç kabul etmedikleri, Kur’ân-ı kerîm’de Hûd sûresinde (ayet 32) bildirilmektedir.

Nûh aleyhisselam kavminin bu tutumu karşısında aslâ yılmadan, tebliğ vazîfesine devâm ettiği hâlde, onların bir türlü îmâna gelmeyeceklerini iyice anladı. Bunun üzerine meâlen şöyle dua ettiği Kur’ân-ı kerîm’de bildirilmektedir:
“Nuh (aleyhisselam) dedi ki: “Ey Rabbim! Yeryüzünde, hareket eden hiçbir kâfiri bırakma! Eğer sen onları bırakırsan, kullarını dalâlete, sapıklığa sürüklerler. Hem bundan sonra onların çoluk çocuğu olmaz. Olsa bile çocukları fâcir ve küfürde pek ileri kimseler olurlar. Ey Rabbim! Beni, anamı, babamı, mümin olarak evime girenleri, erkek, kadın bütün müminleri mağfiret eyle, bağışla, zâlimlerin (kâfirlerin) ise ancak helâk ve hüsrânlarını arttır.” (Nuh sûresi: 26-28) ve

“(Nuh aleyhisselam dua edip) dedi ki: Yâ Rabbi! Gerçekten kavmim beni tekzip etti. Beni yalanladı. Artık benimle onların arasındaki hükmü sen ver. Beni ve berâberimdeki müminleri kurtar.” (Şuara sûresi: 117-118)

Nuh aleyhisselamın bu duası üzerine, Kur’ân-ı kerîmde Allahü teâlânın ona meâlen şöyle vahy ettiği bildirilmektedir:
“Nuh’a vahy olundu ki; kavminden daha önce îmân etmiş olanların dışında hiç kimse îmân etmeyecek. O hâlde sen, kavmin seni yalanladıkları için ve sana ezâ verdikleri için mahzûn olma, kederlenme ki; onlardan intikam alma vakti gelmiştir. Nezâretimiz altında ve vahy ettiğimiz, bildirdiğimiz şekilde bir gemi yap! Zâlimler (kâfirler) hakkında bana dua etme. Zîrâ onlar (suda) boğulacaklardır.” (Hûd sûresi: 36-37)

Nuh aleyhisselam kendisine gönderilen vahiy üzerine hemen bir gemi yapmaya başladı. Geminin yapılmasında Cebrâil aleyhisselam, Allahü telânın emri üzerine yardımcı oluyor ve nasıl yapılacağını târif ediyordu. Nuh aleyhisselam ve îmân eden müminler de geminin yapılmasında çalıştılar. Geminin inşâsını gören putperestler; “Şimdi de marangozluğa mı başladın?” diyerek alay ediyorlardı. Hazret-i Nuh ise; “Benimle alay ediyorsunuz ama, rezil edici azâbın kime geleceğini ve kime sürekli azâbın ineceğini göreceksiniz.” diyordu.

Nuh aleyhisselam, yüzyıllar boyu insanları Allahü teâlâya îmân etmeye çağırdığı hâlde insanların îmân etmemeleri sebebiyle helak olmalarının yaklaştığı sırada son olarak şöyle dedi. “Ey insanlar! Ben size doğru yolu göstermek için Allah tarafından görevlendirildim. Bir ömür boyu size nasihat ettim. Dinlemediniz, benimle alay ettiniz, sabır ve tahammül gösterdim. Bana, inananlara eziyet edip, incittiniz Allahü teâlâ yer yüzünü zulüm ve küfürden temizleyecek. Geliniz, dâvetimi kabul ediniz. Câhillik etmeyiniz. Allahü teâlâya itâat ediniz. Ben sizin hayır ve iyiliğinizi istiyorum. Siz bilmiyorsunuz ama,Allah’ın azâbı en kısa zamanda büyük bir tufan şeklinde gelecek. Bildirdiklerime inanmayan herkes helâk olacaktır. Şu yaptığım gemi, îmân edenlerin binip kurtuluşa ereceği gemidir. Allah’a îmân etmeyen âsiler suda boğulacaktır. Kurtulmayı isteyen îmân etsin ve benimle yolcu olsun. Bu benim, herkesin duyması gereken son sözümdür.”

Nuh aleyhisselamın son olarak söylediği bu sözlerine de uymayan insanlar; “Ey Nuh, uzun yıllardan beri bu sözleri söylüyorsun. Şimdi de kuru bir çöl ortasında büyük bir gemi yaptın. Bizi tufanla korkutuyorsun biz sana da söylediklerine de inanmıyoruz.” dediler.

Nihâyet bir müddet sonra geminin yapımı tamamlandı. Hazret-i Nuh’un yaptığı ve üç katlı olduğu rivâyet edilen bu geminin ateş yanarak kazanı kaynayıp hareket ettiği (Buharlı bir gemi olduğu) Kur’ân-ı kerîm’de açıkça bildirilmektedir. Hûd sûresi, 40. âyet-i kerîmesinde meâlen buyruldu ki:
“Nihâyet helak etme emrimizin azâbımızın vakti geldiği, tennûrun (fırının) taşıp fışkırdığı (yâhut gemi kazanının kaynadığı) zaman biz Nuh’a şöyle emreyledik ki, kendisinden faydalanılan hayvanların her cinsinden erkek ve dişi birer çift hayvanı gemiye koy. Üzerlerine boğulma emri takdir edilenler hâriç âile halkınla bir de îmân edenleri gemiye yükle. Zâten Nuh’a îmân edenler pek az idi.”

Gemiye binecekler hazır olunca hazret-i Nuh onlara, Allahü teâlânın ismiyle gemiye binmelerini söyledi. Bütün müminler, o azgın kâfirlerin gözleri önünde Hazret-i Nûh ile gemiye bindiler. Nitekim Kur’ân-ı kerîm’de meâlen buyruldu ki:
“Nuh (aleyhisselam) gemiye bineceklere; “Allahü teâlânın ismiyle girin ki, geminin yürümesi ve durması Allahü teâlânın irâdesiyledir. Benim Rabbim, müminleri mağfiret edici ve merhametiyle tufân belâsından kurtarıcıdır.” dedi.” (Hûd sûresi: 41) Yine Kur’ân-ı kerîm’de meâlen buyruldu ki:
“Ey Nuh sen ve berâberindekiler gemiye yerleşince; “Bizi zâlim (kâfir) milletten kurtaran Allah’a hamd olsun. Rabbim, beni hareketli bir yere indir sen, indirenlerin en hayırlısısın.” de.” (Mü’minûn sûresi: 28, 29)

Nuh aleyhisselam her hayvandan birer çift alıp, îmân edenlerle birlikte gemiye yerleştikten sonra, gökten çok şiddetli bir yağmur yağmaya ve yerden de sular fışkırmaya başladı ve her şey suya gark oldu. Sular dağları aştı. Gemi, dağlar gibi dalgalar arasında kaldı. Nuh aleyhisselama inanmayan putperest kavim boğularak helak olup gitti. Bu tûfan hâdisesi Kur’ân-ı kerîm’de Kamer sûresi 11 ve 12. âyette bildirilmektedir.

Tûfan başladığı sırada Nuh aleyhisselam îmân etmeyen oğlu Yâm’a (Kenan), îmân edip gemiye binmesini söyledi ise de oğlu; “Dağa çıkar sudan kurtulurum.” deyip binmedi. Bir dalga gelip onu da boğdu. Boğulanlar arasında hazret-i Nûh’un hanımı da vardı. O da îmân etmemişti. Tûfan altı ay devam etti. Altı ay sonra Allahü teâlânın meâlen; “Ey arz! Suyunu yut ve ey gök suyunu tut...” (Hûd sûresi 44) emriyle yağmur kesilip sular çekildi.

Nuh aleyhisselamın gemisi Muharrem ayının onunda aşure günü Irak’ta Cûdi Dağı üzerine oturdu. Bundan sonra insanlar Nuh aleyhisselamın üç oğlundan türedi. Bu bakımdan Nuh aleyhisselama ikinci Âdem denildi. Nuh aleyhisselam bin yaşında vefat etti. Nuh aleyhisselamın Sâm adlı oğlundan Arap, Fars ve Rum kavmi, Hâm adlı oğlundan ise Hindistan, Habeş ve Afrika halkı, diğer oğlu Yâfes’ten de Asyalılar ve Türkler meydana geldi. Nihâyet insanlar zamanla çoğalıp, Asya’ya, Avrupa’ya, Okyanusya’ya ve Berring (Behreng) Boğazından Amerika’ya geçerek bütün yeryüzüne yayıldılar.

Nuh aleyhisselam Kur’ân-ı kerîm’de şekür (çok şükreden kul) sıfatıyla anılmış olup, birçok âyet-i kerîmede ondan bahsedilmektedir. Ayrıca Kur’ân-ı kerim’deki sûrelerden biri de Nuh sûresi olup, bu sûrede Nuh aleyhisselamdan bahsedilmektedir. Ülü’lazm peygamberler arasında Neciyullah (Allahü teâlâya karşı devamlı olarak teveccühte ve münâcaatta bulunup, ilâhî feyzleri alan) denilen Nuh aleyhisselam hakkında Peygamber efendimiz hadis-i şeriflerde buyurdu ki:
“Melek-ül mevt (Azrail aleyhisselam) Nuh’a (aleyhisselam) geldiğinde dedi ki: “Ey Nuh ey peygamberlerin en büyüğü (en yaşlısı) ey uzun ömürlü ve ey duası kabul olunan! Dünyâyı nasıl gördün?” Nuh (aleyhisselam) dedi ki: “Şöyle bir kimse gibi ki, kendisine iki kapısı olan bir ev yapılmış da birinden girmiş diğerinden çıkmıştır.”

Mucizeleri:
1. Nuh aleyhisselamın kavminden bir fırka gelip, oturdukları beldedeki büyük taşları toprak yapmasını istemişlerdi. Allahü teâlâ Cebrâil aleyhisselamı gönderip, “Resûlüme söyle, o taşlara eliyle işâret etsin.” buyurdu. Nuh aleyhisselam da buyrulduğu gibi yapıp eliyle işâret edince, o beldede bulunan bütün taşlar birden toprak oldular. Bunun üzerine on iki kişi îmân etti.

2. Uzakta bulunan ve gözle görülemeyecek şeyleri görüp haber verirdi.

3. Susuz yerlerden su çıkarırdı.

4. İşâretiyle ağaçlar kökünden sökülüp başka yere geçerdi.

5. Duâsıyla kuru ağaçlar hemen meyve verirdi.

6. Duâsıyla bulutsuz olarak yağmur yağardı.

7. Kum, toprak, kil gibi şeyler, onun duasıyla yiyecek maddeleri hâline gelirdi. Gemisi Cudi Dağının üzerine oturunca, insanlar açlıktan kurtulmak için yiyecek istediklerinde dua edince, bir miktar toprak ve kum yiyecek hâline geldi ve bunu yediler.

8. Îmân ederek, gemisine girip tufandan kurtulan insanlar çok az olmasına rağmen, onun duasıyla çok kısa zamanda çoğalarak arttılar.

9. Eliyle yere diktiği bir ağaç fidanı o anda çeşitli renklerde meyve verdi
   

Hud Aleyhisselam

Yemen’de bulunan Âd kavmine gönderilen peygamber. Nûh aleyhisselamın oğlu Sâm’ın neslindendir. Bir ismi de Âbir olup, lakabı Nebiyyullahtır. Kur’ân-ı kerîmde ismi bildirilen peygamberlerdendir.

Yemen’de Aden ile Umman arasında bulunan Ahkâf diyârında doğup yetişti. Çocukluğundan îtibâren Allahü teâlâya ibâdet etmekle meşgul oldu. Ara sıra ticâretle de uğraşan Hûd aleyhisselam, gayet şefkâtli ve çok cömertti.

Nûh tûfânından sonra torunlarından biri olan Âd, Yemen’de Hadramut civârında Ahkâf denilen yerde yerleşti. Âd’ın neslinden gelen insanlar çoğalarak büyük bir kavim oldular. Bunlara Âd kavmi denildi. Bulundukları belde bereketli bir yerdi. Bağlar, bahçeler her tarafı sarmış ve İrem Bağları diye meşhur olmuştu. Oğulları, malları, davarları ve muhteşem sarayları vardı. Güçleri, kuvvetleri, boyları ve cüsseleri ile meşhur olan bu insanlar, servetlerinin ve maddî güçlerinin çokluğuna bakarak azdılar ve doğru yoldan, dinlerinden ayrıldılar. Yeryüzünde büyüklük tasladılar. Allahü teâlâyı unuttular ve çeşitli putlara tapmaya başladılar. Ellerindeki maddî imkânlarla etrâfa dehşet salıyorlar, fakîrleri ve diğer kabîleleri zulümleri altında inletiyorlardı. Onları köle gibi çalıştırıyorlar, çeşitli işkencelerle öldürüyorlardı.

Allahü teâlâ, Âd kavmini doğru yola kavuşturmak için Hûd aleyhisselamı onlara peygamber gönderdi. Bu hususta Kur’ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Âd kavmine kardeşleri Hûd’u peygamber olarak gönderdik. Hûd (aleyhisselam) onlara; “Ey kavmim! Allahü teâlâya ibâdet edin. İbâdet edilecek O’ndan başkası yoktur. Hâlâ O’nun azâbından korkmayacak mısınız?” dedi. (A’râf sûresi: 65).

Hûd aleyhisselam kavmini doğru yola kavuşturmak için tebliğ vazîfesine başladı. Onları putlara tapmaktan, zulum ve günahlardan tövbe ederek vazgeçmeye ve Allahü teâlâya şükür ve ibâdete çağırdı. Fakat Âd kavminin insanları, Hûd aleyhisselamı dinlemeyip, ona karşı kaba ve inkârcı davrandılar.

Hûd aleyhisselam kavminin bu tutumu üzerine; “Eğer doğru yola gelmezseniz, haberiniz olsun, ben size tebliğ vazîfemi yapıyorum; Rabbim size acı bir azap gönderir de helâk olursunuz?” buyurdu. Azgın Âd kavmi, Hûd aleyhisselama; “Mucize getirmeden putlarımızı terk etmeyiz.” dediler. Hûd aleyhisselam onlara; “İstediğiniz mucize nedir?” diye sordu. Onlar da “Rüzgârı istediğin tarafa çevir!” dediler. Hûd aleyhisselam dua etti. Allahü teâlâ; “Ne tarafa istersen elinle işâret et!” buyurdu. O da eliyle işâret edince, rüzgâr istediği istikâmette esmeye başladı. Büyük kayaların toprak olmasını istediler. Hûd aleyhisselamın duası ile bu da oldu. Bu mucizeleri gördükleri hâlde inanmayıp hırçınlaşarak koyunların yünlerinin de ipek olmasını istediler. Hûd aleyhisselam dua etti. Koyunların yünü ipek hâline geldi.

Âd kavmi, gösterilen mucizelere rağmen inanmadılar. “Sen bizi putlarımızdan ayırmak için mi geldin? Doğru söylüyorsan, haydi bizi tehdit ettiğin azâbı getir de görelim!” dediler.

Hûd aleyhisselam kavmini îmâna dâvete devâm etti. Pek az kimse îmân etti. Kavmi ise hakâret edip kendinden geçinceye kadar dövdü. Kavminin ıslâh olmayacağını anlayan Hûd aleyhisselam; “Ya Rabbî! Sen her şeyi biliyorsun. Ben onlara peygamberliğimi bildirdim. Ey Rabbim! Onlara, ders almalarına vesîle olacak bir musîbet ver?” diye bedduada bulundu. Hûd aleyhisselamın bedduasını kabul buyuran Allahü teâlâ, Âd kavmine önce kuraklık, kıtlık musîbetini verdi. Üç sene müddetle akan pınarlar kurudu. Yeşillikler sarardı, soldu. Meşhûr İrem Bağları yok oldu. İnsanlar bir yudum suya, bir parça ekmeğe muhtaç hâle geldiler. Hayvanlar susuzluktan telef oldular. Devamlı olarak bunaltıcı kuru bir rüzgâr esiyordu. İnsanlar ağızlarını güçlükle açıyor, zor nefes alıyordu. Tozdan göz gözü göremiyordu.

Bu arada Hûd aleyhisselam kavmini îmâna, tövbe ve istiğfâra dâvete devâm ediyordu. Hûd aleyhisselamın kavmine meâlen şöyle dediği bildirilmektedir:
“Ey kavmim! Rabbinizden mağfiret dileyin. Sonra O’na tövbe edin ki, gökten üzerinize bol bol bereket (ekinleri yetiştirecek yağmur) indirsin ve kuvvetinize kuvvet katarak sizi çoğaltsın. Günahlarınıza ısrar ederek îmândan yüz çevirmeyin.” (Hûd sûresi: 52)

Hûd aleyhisselamın bu son dâveti de onların aklını başlarına getirmeye yetmedi. Hûd aleyhisselama işkenceye ve onu öldürmeye kalkıştılar. Artık onlara azâbın gelmekte olduğu Hûd aleyhisselama bildirildi. Bir sabah Hûd aleyhisselam îmân edenleri biraraya topladı. Gün ağarırken ufukta siyah bir bulut belirdi. Bunu gören Âd kavmi, işte bize yağmur geliyor, dediler. Hûd aleyhisselam “Hayır, o can yakıcı azâb veren bir rüzgârdır. Her şeyi yok eder.” dedi. Rüzgâr korkunç bir ses çıkararak vâdiyi kapladı. Son derece hızlı ve soğuk olup, her şeyi saman çöpü gibi savuruyordu.

Fussilet sûresi 16. âyet-i kerîmesinde, bu rüzgâr “sarsar” (kavurucu rüzgâr); azâb günleri de “eyyâm-ı nahisât” olarak geçmektedir. Âd kavmi kasırgadan kurtulmak için tutundukları ağaç ve taşlarla birlikde havaya fırlayarak paramparça oldular. Hepsi ölüp yere serildiler. Daha sonra rüzgâr bunları sürükleyip denize attı. Mal ve mülklerinden hiçbir eser kalmadı, helâk olup gittiler. Âd kavminin helâk oluşu Kur’ân-ı kerîmde meâlen şöyle bildirilmektedir:
“Nihâyet Hûd’u ve berâberindeki îmân edenleri, rahmetimizle kurtardık ve âyetlerimizi tekzib ederek, yalanlayarak îmân etmemiş olanların kökünü kestik.” (A’râf sûresi: 72)

Hûd aleyhisselam ve ona îmân edenler bu şiddetli kasırgada Allahü teâlâ tarafından muhâfaza edildiler. Kâfirleri helâk eden şiddetli fırtına, onlara serinletici ve rahatlatıcı hafif bir rüzgâr gibi esiyordu.

Hûd aleyhisselam, Âd kavmi helâk olduktan sonra, kendine inananlarla birlikte Mekke-i mükerremeye gitti. Kâbe-i muazzamanın bulunduğu yerde ibâdet ve taatla meşgul oldu ve orada vefat etti. Kabrinin Harem-i şerîf (Kâbe-i muazzamanın etrâfındaki mescit)te Hicr denilen yerde bulunduğu rivâyet edilmektedir.

Hûd aleyhisselam ve peygamber olarak gönderildiği Âd kavmiyle ilgili olarak Kur’ân-ı kerîmin A’râf, Hûd, Mü’minûn, Fussilet, Ahkâf, Zâriyât, Kamer, Hâkka, Şuarâ ve Fecr sûrelerinde bilgi verilmektedir
   

Salih Aleyhisselam

Semûd kavmine gönderilen peygamber. Hazret-i Âdem’in on dokuzuncu batından torunudur.

Hûd aleyhisselamın peygamber olarak gönderildiği Ad kavmi, isyânları sebebiyle büyük bir azaba düşüp, helâk olmuştu. Îmân ettikleri için bu azaptan kurtulan insanlar ise kendilerine yeni yurtlar kurmak üzere çeşitli bölgelere dağıldılar. Bu dağılan insanlardan bir kısmı Semûd denilen kimsenin evlatlarıdır. Semûd kavmi, Şam ile Hicaz arasındaki Hicr denilen bölgede yerleşmişti. Bu sebeple “Eshâb-ül-Hicr” de denilen bu kavim, gün geçtikçe çoğalıp büyüdü. Dokuz kabîleden meydana geldi. Çok çalışıp, bağlar, bahçeler yetiştirdi. Çöllerin kuru sıcağından kurtulup, dağları oyarak tepelere saraylar, ovalara köşkler kurdular. Sanatta ve servette iyice ilerlediler. Ancak, zevk ve safâya düşüp daha önce kendilerine Hûd aleyhisselam tarafından bildirilen, hak dinden yavaş yavaş uzaklaşmaya başladılar. Kabîle reislerinin de zulme ve haksızlığa başlamaları üzerine, gittikçe çözülen, Semûd kavmi, nihâyet ağaçtan ve taştan putlar yapıp tapmaya başladılar. Saptıkları kötü yolda sürüklenerek, tevhid esâsından, Allahü teâlâya îmân etmekten tamâmen uzaklaştılar. Câhil ve azgın bir kavim oldular.

Sâlih aleyhisselam, bu kavim arasında herkesle iyi geçinen, fakirlere yardım eden, zayıfları koruyan ve üstün ahlâkıyla sevilen bir zâttı. Kırk yaşlarına geldiği sırada, Allahü teâlâ onu Semûd kavmine, doğru yolu göstermek üzere peygamber olarak gönderdi. Sâlih aleyhisselam kavmini îmâna dâvet edip, putlara tapmaktan, zulümden ve diğer bütün kötülüklerden uzak durmalarını ısrarla söyledi. Kavmine; “Gerçekten ben size gönderilen güvenilir bir peygamberim. Artık Allah’tan korkun, bana itâat edin.” diyerek dâvetini açıkladı.

Sâlih aleyhisselamın bu dâveti karşısında pek az kimse îmân etti. Kavmin çoğunluğu îmân etmemekte direndi. Servetlerine güvenen, zevk ve safâ içinde kendinden geçip, zulme başvuran inkârcılar, Sâlih aleyhisselama; “Sen de bizim gibi bir insandan başka bir şey değilsin!” diyorlar, onu, “büyülenmiş, yalancı” sayıyorlardı. Sâlih aleyhisselam ise kavmini îmâna dâvet etmeye devam ediyor ve şöyle diyordu:

“Ey Semûd kavmi! Siz içinde bulunduğunuz bu güzel bağ ve bahçelerle, bu yemyeşil ekinler, altın başaklarla, güzel hurmalarla ve çağlayan sularla berâber ebedî olarak burada kalacağınızı mı zannediyorsunuz? Bu evleri kim yaptı. Şimdi kim oturuyor, hiç düşünüyor musunuz? Bu bağların ve bahçelerin ilk sâhipleri kimlerdi, şimdi kim oturuyor? Belki onlar da sizin gibi kendilerini burada ebedî kalacak zannediyorlardı. Fakat hepsi ölüp gittiler. Siz de gelip geçenler gibi öleceksiniz. Bunlar size kalmayacak. Âhirette, yaptıklarınızdan birer birer hesâba çekileceksiniz. Henüz fırsat eldeyken bana tâbi olun. Şunu iyi bilin ki, bugün sizi aldatıp, Allah’a isyân ettirenler, ilâhî azaptan kendilerini de sizi de kurtaramayacaklardır. Çünkü onlar da sizin gibi âciz insanlardır.”

Allahü teâlâ, Semûd kavmine isyân ve taşkınlıktan vaz geçmeleri için, kadınlarını kısır bıraktı. Ağaçlar kuruyup meyve vermedi. Semûdluların bir kuyu hâricindeki bütün suları kurudu. Sâlih aleyhisselama kin ve öfkeyle gelen Semûdlular: “Ey Sâlih! Aramıza fesâd karıştırdın. Mallarımıza, çoluk-çocuğumuza, bize zarar verdin. Buradan çekil git. Yoksa seni öldürürüz.” dediler. Sâlih aleyhisselam bir müddet onlardan ayrılıp tenhâ yerlere gitti. Bir müddet sonra tekrar dönüp Semûdluları îmâna dâvet etti. Semûd kavmi, Sâlih aleyhisselamdan mucize göstermesini istedi. Ancak mucizeleri gördükleri hâlde yine îmân etmediler.

Yine bir gün Sâlih aleyhisselama gelip: “Eğer doğru söylüyorsan, şu dağdaki sarp kayalardan kızıl tüylü ve doğurmak üzere olan bir dişi deve çıksın. O zaman sana îmân ederiz.” dediler. Bunu istemekten maksatları akıllara durgunluk verecek, insanları şaşırtacak bir iş isteyip, yapamamasını ve mahcup olmasını düşündüler.

Sâlih aleyhisselam; “Allahü teâlâ her şeye kâdirdir, böyle bir mucize görürseniz, dağdan akan pınar suyunun bir gün deveye, bir gün size âit olmasına râzı mısınız?” dedi. Semûd kavmi böyle bir şey olamayacağını düşünerek; “Bu şartı da kabul ediyoruz.” dediler.

Sâlih aleyhisselamın bu şarttan maksâdı; dağdan gelen pınar suyunun az olması ve azgın insanların sâhiplenmesi sebebiyle zor durumda kalan kimselere yardımcı olup, devenin hissesi olan suyu fakir ve zayıflara vermekti.

Sâlih aleyhisselam onlara; “Benimle sözleştiğinizi unutmayın, şâyet deve çıkınca ona bir zarar verirseniz ve verdiğiniz sözlerde durmazsanız acı bir azâba uğrarsınız.” dedi. Semûd kavmi; “Sen deveyi çıkar, her istediğini kabul edeceğiz. Aksine bir iş yaparsak azâbı da kabul ediyoruz.” dediler. Nihâyet devenin çıkmasını istedikleri dağın kayalıkları önünde toplanıp, beklemeye başladılar.

Sâlih aleyhisselam böyle bir mucize vermesi için Allahü teâlâya dua etti ve duası kabul oldu. Kaya yarılıp, arasından istedikleri gibi bir deve çıktı. Deve, iki yana dizilip hayret ve şaşkınlıktan donakalan Semûd kavmi arasından salına salına yürümeye başladı. Sonra da bir yavru doğurdu. Bu mucizeyi görenlerden bir kısmı îmân etti. Diğer bir kısmı ise menfaatlerinin ve zulümlerinin ortadan kalkacağını görerek bir türlü îmân etmediler. Sâlih aleyhisselam onlara sözlerinde durmalarını, aksi takdirde ağır bir azâba düşeceklerini söyledi. Fakat inad ve inkârdan vazgeçmediler. Suyun taksimi işi de kendilerine ağır gelip kendilerine göre çâreler aramaya başladılar.

Mucize olarak kayadan çıkan deve, yavrusuyla birlikte her tarafı dolaşıyor, su içme nöbeti olduğu gün de suyun başına gelip suyu tamâmen içiyordu. Su içmesi de ayrı bir mucize olup tonlarca su içiyor, su vücûdunda kayboluyordu. Suyu içip bitirince, su çıkan yerde oturuyordu. Îmân edenler, ondan bir kabîleye yetecek kadar bol süt sağıyorlar, sütten içiyor ve yiyecekler yapıyorlardı. Böylece inananların îmânı kuvvetlenir, inkârcıların kinleri artardı. Bu mucize karşısında âciz kalan Semûd kavmi, deveyi ödürmeyi plânlıyordu. Nitekim, Sâlih aleyhisselamın nasîhat edip, îmân etmeye çağırdığı bir sırada, onlar, su içmekte olan deveyi göstererek; “Güyâ şu deveyi öldürsek biz helâk olacakmışız! Onu öldürelim de gör!” dediler.

Nihâyet çeşitli plânlar kurarak deveyi öldürdüler. Sonra da Sâlih aleyhisselama; “İşte deveyi öldürdük. Eğer söylediğin gibi bir peygambersen söylediğin azâbı getir.” dediler.

Sâlih aleyhisselam bu azgın kavme şefkat ve merhâmetle nasîhat edip; “Ey kavmim! Nedir bu yaptığınız? Sizin için bir imtihan vesîlesi olan deveyi de öldürdünüz. İnkârda ve günahkârlıkta ısrar ettiniz. Buna rağmen tövbe kapısı açıktır. Neden azâbın gelmesini istiyorsunuz, tövbe ediniz!” dedi. Bu son dâvete de sert cevaplar veren Semûd kavmi, Sâlih aleyhisselamı, âilesini ve îmân edenleri de öldürmeyi plânlamaya başladılar.

Sâlih aleyhisselam bu azgın kavme şöyle dedi: “Yurdunuzda üç gün daha kalın, birinci gün yüzünüz sararacak, ikinci gün kızaracak, üçüncü gün siyahlaşacak, dördüncü gün ise üzerinize azâb gelerek sizi helâk edecektir!”

Sâlih aleyhisselamın söylediği bu günler gelip çattı. Bu sırada Semûd kavmi Sâlih aleyhisselamı ve inananları öldürme teşebbüsüne giriştiler. Onlar harekete geçmeden, Cebrâil aleyhisselam gelip, durumu Sâlih aleyhisselama bildirdi. Sâlih aleyhisselam da îmân edenlerle birlikte oradan uzaklaşıp gitti.

Birinci günde bâzı acayib hâller zuhûr etti. Devenin bastığı yerlerden kan fışkırdığı, ağaçların yapraklarının kızardığı, kuyu suyunun kan renginde ve insanların yüzlerinin sapsarı olduğu görüldü. İkinci günde Semûdluların yüzleri kana boyanmış gibi kıpkırmızı oldu. Bu belirtileri gören Semûdlular azâbın geleceğine kanâat getirip feryât ettiler. Yüzlerinin siyahlaştığı üçüncü gün, evini sarıp hücum ettikleri Sâlih aleyhisselamın, şehirden çıkıp gittiğini anladılar. O gün, gece yarısından sonra, sabaha karşı şiddetli bir sarsıntı ve dağlardan fışkıran ateş ile Semûd kavminin yurdu altüst oldu. Sayhanın (sarsıntının) şiddetinden hepsinin ödleri patladı. Hepsi helâk olup gittiler. Bundan sonra da yurtları hiç mâmur edilmedi. Sanki hiç insan yaşamamış bir yer hâlini aldı.

Semûd kavmi helâk edildikten sonra Sâlih aleyhisselam, îmân edenlerle birlikte gelip, yerle bir edilen şehre ibretle bakarak; “Ey kavmim! Sizden hiçbir ücret istemeden, sizi sâdece Allahü teâlâya îmân etmeye dâvet ettim ve bunu size tebliğ ettim. Bu duruma düşmeyesiniz diye, size nice nasîhatlar yaptım. Fakat siz dinlemediniz. Sonra bu azâba uğradınız!” dedi.

Sâlih aleyhisselam, kavminin helâkinden sonra kendisine îmân edenlerle birlikte Mekke’ye veya Şam taraflarına gitti. Remle kasabasına yerleşti. Hadramût tarafına gittiğine dâir rivâyetler de vardır.

Kur’ân-ı kerîmin değişik âyet-i kerîmelerinde, Sâlih aleyhisselamdan ve kavminden bahsedilmekte olup, Semûd kavminin helâk edilişi meâlen şöyle bildirilmektedir:
Semûd kavmine gelince: Biz onlara doğru yolu gösterdik de onlar, körlüğü (câhillik ve sapıklığı) hidâyete tercih ettiler. Bunun üzerine onları, kazandıkları (işledikleri) günâh yüzünden şiddetli azap yıldırımı yakalayıverdi. Îmân edip de azâbımızdan korkanları ise kurtardık. (Fussilet sûresi: 17-18)

Sâlih aleyhisselamın mucizeleri:
1. Kayadan deve çıkartması.

2. Sâlih aleyhisselamın kavminin bulundukları yerde hamt denilen meyvesiz ağaçlardan başka ağaç yoktu. “Hak peygambersen, bu ağaçlar meyve versin!” diye kendisine mucize teklifinde bulundular. Sâlih aleyhisselam dua edince, bu ağaçların hepsi çeşit çeşit meyveler verdi.

3. Sâlih aleyhisselamın duası bereketiyle büyük taştan su çıkmıştır.

4. Sâlih aleyhisselamın çadırına ateş tesir etmemiştir. Şöyle ki, kavmi koyuncu idi. Senenin bâzı aylarını sahralarda, yaylalarda çadır kurarak geçirirlerdi. Îmân etmeyenlerden biri, gizlice Sâlih aleyhisselamın çadırını ateşe verince, çadır yanmağa başladı. Bunun üzerine kavminden kâfir olanlar; “Hak peygamber isen, çadırındaki yangını söndür!” diye alay etmeye, eğlenmeye başladılar. Hazret-i Sâlih, yangının sönmesi için dua edince, kendi çadırı kurtulup, ateş kâfirlerin çadırlarına geçti ve hiçbir çadır kalmayıp, içindeki eşyâlarla berâber, yanıp kül oldu

RAŞiT TUNCA

BAŞAĞAÇLI RAŞiT TUNCA
Raşit Tunca

FORUMUMUZDA
Dini Bilgiler...
Kültürel Bilgiler...
PNG&JPG&GiF Resimler...
Biyografiler...
Tasavvufi Vaaz Sohbetler...
Peygamberler Tarihi...
Siyeri Nebi
PSP&PSD Grafik

BOARD KISAYOLLARI

ALLAH

Allah



BAYRAK

TC.Bayrak



WEB-TUNCA


Radyo Karoglan

Foruma Misafir Olarak Gir


Forumda Neler Var


Karoglan-Raşit Tunca - Dini - islami - Dini Resim - FIKIH - Kuran - Sünnet - Tasavvuf - BAYRAK - Milli - Eğlence - PNG - JPEG - GIF - WebButtons - Vaaz - Sohbet - Siyeri Nebi - Evliyalar - Güzel Sözler - Atatürk - Karoglan Hoca - Dini Bilgi - Radyo index - Sanal Dergi




GALATASARAY

G A L A T A S A R A Y


FENERBAHÇE


F E N E R B A H C E


BEŞiKTAŞ

B E Ş i K T A Ş


TRABZONSPOR

T R A B Z O N S P O R


MiLLi TAKIM

M i L L i T A K I M


ETKiNLiKLERiMiZ


“Peygamberimiz Buyurdular ki Birbirinize Temiz ağız ile Dua edin. Bizde Sayfamızı ziyaret edenlerin ve bu bölümü ziyaret edenlerin kendilerinin Ruhaniyetine, geçmişlerinin Ruhuna Yasin Okuyup hediye ediyoruz Tıkla, ya sende oku yada okunmuş Yasinlerden Nasibini Al”
(Raşit Tunca)



MEVLANA'DAN

“ Kula Bela Gelmez Hak Yazmadıkca, Hak Bela Yazmaz Kul Azmadıkca, Hak intikamını, Kulunun Eliyle Alır da, Bilmiyenler Kul Yaptı Sanır."
(Hz. Mevlana)